HAYATI OKUYANLAR

Okumak, insan beynini diri tutan, zinde tutan okumak. Yüzlerce araştırmaya konu olmuş, faydası defalarca kanıtlanmış olan okumak. Günde on sayfa devireni rahatlatan, dinginleştiren, düşüncelere daldıran, düşünmeyi sevdiren okumak… Hakkında sayısını bilemediğimiz bir sürü makale yazılan okumak. Allah-u Teala’nın ilk emri okumak… “İnsanoğluna bu kadar faydası olmasa Allah-u Teala ilk oku emrini verir miydi?” dediğimiz okumak. İnsanın ruhuna, bedenine faydası dokunan sayısız haslet varken neden ilk olarak “oku” emrini verdi Allah-u Teala? “Yaratan rabbinin adıyla oku” dedi. Nebisi ümmi iken neden ilk önce “oku” dedi. Bu emrin bildiğimiz, araştırdığımız yönleri olduğu gibi bilemediğimiz, sırrına vakıf olamadığımız yönleri de vardır elbette. Ancak Bakara suresinde; insanı diğer canlılardan üstün kılan yanının öğrenme özelliği olduğunu vurgulamıştır rabbimiz. Ve Cebrail Aleyhisselam sıkmıştı peygamberimizi “oku” demişti. Sonra da ayetleri öğretmişti, rabbinin dediği gibi… Demek ki öğrenmenin ilk adımı okumak. İnsanın kullanma kılavuzu, kâinatın rehberi olan Kuran-ı Kerim’i okumak… İnsanı, kitabı, mahlûkatı, yıldızları, yeryüzünü, yeryüzünde var olanı okumak… Hissiyatı, varlığı, nebatatı, zerreyi okumak… Hal dilini, kâl dilini, söyleneni, dile gelmeyeni okumak… Gözle, kulakla, gönülle, dimağla, ruhla okumak…
Allah-u Teala “Oku” emrini verirken resulüne ayetler ile emir ve yasakları ile belirtmişti nasıl okunacağını. Kul hakkına girmeyerek, yetimi, öksüzü, düşkünü gözeterek, canlıyı incitmeyerek, gönüllerdeki Kabe’yi yıkmadan ilim öğrenmek için okumayı öğretmişti Allah kullarına… Kitabın kapağını kapatırken, gözüne, gönlüne, dimağına, ruhuna işlenenler ile hayatı okumayı öğretmişti kullarına… Hayatı okuyan, okuduğu ile güzellikler ile gönüllerimize girenler var.
Durakta beklerken, sert plastik kelepçelerle sarkmasın diye ağacın gövdesine bağlanmış dalları fark ederek, ağaca zarar vermesin diye o sert plastik kelepçeleri kesip, cebinden çıkardığı mendili ile ağacı bağlayan amcanın videosunu izlemişsinizdir sosyal medyada. O yaşlı amca okumuştu ağacın canının yandığını, içinde yeşeren ferasetle. Okumuştu ve acısını gidermek, dallarını kesilmekten kurtarmak için mendili ile bağlamıştı dalı ağacın gövdesine. Kalbi gibi yumuşacık, acıtmayan mendili ile… Hayatın içindeydi, bakıyordu etrafına, sadece insanların değil mahlukatın anlatmak istediklerini okuyordu. Hayatı okuyordu… Hayatı fark ederek okuyordu… Dilerim bizlerde bir gün yolda giderken olsun telefonlarımızdan başımızı kaldırıp hayatı fark ederek okumayı deneriz.
Zonguldak’ta maden işçilerinin otobüsün koltukları kirlenmesin diye bom boş otobüste ayakta yolculuk ettiklerini seyrettiğimizde televizyonlardan ne kadar duygulanmış, saygı duymuştuk onlara değil mi? Onlar da hassasiyetle okumuşlardı hayatı. Kömür karası ile oturdukları koltuklar kirlenip bir başkasının üzerini kirletmesin diye belki de onların kirlettikleri koltukları başkaları temizlemek için zaman, emek harcamasın diye, kul hakkına girmemek için oturmamışlardı koltuklara. Allah’ın dediği gibi kul hakkına girmeden, hassasiyetle okumuşlardı hayatı… Aynı hassasiyetle hayatı okumayı diliyorum…
Sivas’ta beş yıl boyunca engelli öğrencisini kucağında taşıyarak, o yıl yılın öğretmeni ödülünü alan vefakâr öğretmeni izlerken ne kadar da duygulanmıştık. Gözetmişti düşkün olan öğrencisini, derdine derman olmak için göstermişti gayretini. O da okusun, öğrensin istemişti. Önce okulda anlatılanları öğrensin sonra hayatı okumayı öğrensin diyeydi çabası… O öğretmen, düşkünü gözeterek, öğreterek okuyordu, okutuyordu hayatı…
Herkes bildiğiyle okur hayatı ve bildiği ile atar üzerine düşen adımı. Çiftçi toprağı okur, tohumu okur, toprakla tohumun ne zaman buluşmak istediklerini bilir. Vakti geldiğinde toprağın bağrına yerleştirir tohumu. O tohumun nebatatı ile kimlerin rızıklanacağını hesap etmeden okuduğu ile amel eder. Okuduğu ile atar adımını… Meteorolog, atmosferi, bulutu, rüzgârı, atmosfer olaylarını okur. Okuduğu ile haber verir hava tahminlerini çiftçiye, denizciye, gezgine bazen evlenecek bir çifte. Kimin işine yarayacağını hesap etmeden okuduğunu sunar insanlığın hizmetine… Tıp doktoru vücudu okur, hastalıklara okuduğu ile şifa arar. Okuduğu ile derman kapısı olur… Sosyolog toplumu okur. Okuduğu kadar topluma merhem olur… Herkes bildiği ile okur hayatı, bildiği ile amel eder.
Neyi bilirsek bilelim, kaldırımda tehlike arz eden taşın kenara konması gerektiğini okuyamıyorsak ve alıp kenara koyamıyorsak hayatı okuyamıyoruz demektir. Bir mesleği, bilgiyi okumak hayat için sadece maddi geçim kapısı olur. O bilgiyi, mesleği manevi hayatın sonsuz hazinesi yapan yol ise hayatı okumaktan geçer… Allah-u Teala’nın dediği gibi kul hakkına girmeyerek, yetimi, öksüzü, düşkünü gözeterek, canlıyı incitmeyerek, gönüllerdeki Kabe’yi yıkmadan ilim öğrenerek hayatı okumaktan geçer.
Ağacın acısını dindiren duraktaki amca, otobüsü kirletmemek için ayakta giden maden işçileri, öğrencisini beş yıl kucağında taşıyan öğretmen; hayran olduğumuz bu insanlar hayatı fark ederek, hassasiyetle, düşkünü gözeterek, hakkıyla, dosdoğru okumuşlardı hayatı. Ve okuduklarıyla güzellikler sermişlerdi gözlerimizin önüne. Hayatı okuyanlar, hayatı dosdoğru okumayı başaranlar sayesinde dünya halâ güzel. Umarım bizler de hayatı okumayı, okuduklarıyla dünyayı güzel kılanlardan olmayı başarabiliriz.
Saygılar, sevgiler.