SEZEN USTA’NIN ELLERİ

“Ellerime bak evladım ellerime.” Dedi Sezen Usta, hasta yatağında çelimsizce kaldırarak kollarını avuçlarının içine baktı. Baktı ve evladına gösterdi. “Ellerime bak evladım. Bu yaşıma geldim ellerimi hiç böyle görmedim. Avuçlarımın içindeki deriler incelmiş. Bu eller ilk defa çalışmadan, bu kadar uzun süre duruyor. İş yapamadığım için bu kadar incelmiş olmalı.” Dedi. Evladının yüzünde gözleri dalıp gitti geçmişe…
Yıllarca çalıştı Sezen Usta o eller ile. Yıllarca ne tesisatlar döşedi, hanelere sular getirdi, kurak tarlalara, merdivenin tepesinde, elindeki ağır balyoz ile sontaj borularının tepesine vura vura su yataklarına ulaştı, kaç tarlayı yeşertti. Suya ulaşan kaç kişinin duasını aldı o eller ile… O eller kaç merdivenin korkuluğu, kaç evin demir kapısı oldu… Ne evler ısındı döşediği kalorifer tesisatlarıyla. Kaloriferler yaygın değil iken yaptığı sobalar ile kaç gönlü ısıttı. “Kiminin parası kiminin duası.” Diyerek. Aynı düstur ışığında baba yadigarı traktörü ile kaç kişi için direksiyon salladı, kaç kişinin duasını aldı o eller… “Zanaat kişinin altın bileziğidir.” Dedi hep. Usta çırak ilişkisiyle kaç kişiye taktı o altın bileziği? O eller nicelerine aş, ekmek oldu… Bağına, bahçesine tohum ekti, su taşıdı, toprağın bağrını kazma ile taradı, temizledi. Toprak ona ne verdiyse paylaştı o eller…
“Nasıl bu kadar çok seviliyorsun?” diye sorulunca kendisine, “Taş atana, ekmek atarak.” Cevabıyla ne güzel özetlemişti hayatını… Nice kişilere taş yerine ekmek attı o eller… Ola ki bir çocuk görürüm harçlık veririm düşüncesiyle beş, on, yirmi liralar tuttu ceplerinden birinde hep. Hasta yatağında bile pijamasının cebine koydurmuştu o paralardan. “Ziyaretime bir çocuk gelirse, boş göndermeyeyim.” Diyerek. Çocukların gönlüne girdi Sezen Usta o eller ile… Yeğenlerinden biri “Eniştem çok iyiydi. Misafirlerini öyle güzel ağırlardı ki onun evine her gittiğimde, kendimi büyük devlet adamı gibi hissederdim.” Dedi. Bir diğeri, “Her gittiğimizde bize kahve yapardı. Yedirip içirmeden göndermezdi.” Dedi. Misafirine hürmetle, o ellerin yaptığı kahvelerle gönüllere girdi Sezen Usta… Mahallesinin gençlerinden biri, “Onu sokakta yürürken, bahçede gezerken hatta balkonundan bakarken görmek bile bize güven veriyordu.” Dedi. Yüreklere sevgi kadar güven de ekti Sezen Usta o eller ile… Kol kanat gerdiği yetimlerden biri, “Babam öldüğünde bize en çok o sahip çıktı.” dedi. Son vedasında yapılan duaya ‘âmin’ der iken. Yetimlerin duasını aldı Sezen Usta o eller ile. Namazında yabancı simalar vardı. Kim bilir yüreklerine hangi güzel tohumları ekti o elleriyle de geldi o simalar son yolculuğuna uğurlamaya…
Evladının yüzünde dalan bakışlarını tekrar ellerine çevirerek, “Üç, dört aydır çalışmıyor bu eller. Avuçlarımın derisi incecik olmuş.” Dedi. Hastalığının etkisiyle çok sancılar çekiyordu. Ancak o sancılar şaşırtmamıştı Sezen Usta’yı çalışmaktan nasır tutan avuçlarını artık incecik derilerin kaplaması kadar. Çalışmadan durmak ne demek bilmiyordu çünkü… Kendini bildi bileli çalışmıştı o eller… O eller ile hem rızkını hem evlatlarının geleceğini hem nice gönüller kazanmıştı Sezen Usta…
Helal kazanıp helal yolda harcamak kadar insanı mutlu eden, insan olmanın gerçek lezzetine vardıran başka bir şey yoktur. İnsan helal yemez ise gönüllere girmesi mümkün değildir. Allah sevmez ise kulların da gönlüne giremezmiş o kişinin sevgisi. Helal kazanmak uğruna nasır tutmuştu Sezen Usta’nın elleri. Ve insanlığının lezzetinden ikram etmişti hanesine, sevdiklerine, çevresine… İnsanlığının lezzetiyle girmişti, arkasından göz yaşı döken onca gönle…
Arkanda, güzellikler ektiğin, seni güzellikler ile yâd edecek gönüller bıraktın Sezen Usta. O gönüller seni iyiliklerinle anacak. Mekânın cennet, kabrin pür nur olsun. Umarım senin gibi güzel bir insan olabiliriz ve umarım hayat senin gibi güzel insanlar çıkarır karşımıza canım babam. Selam ve dua ile. Saygılar, sevgiler.