Anasayfa > Köşe Yazıları  >  YÜCE DAĞLAR İLE KURU OTLARIN HİKÂYESİ

YÜCE DAĞLAR İLE KURU OTLARIN HİKÂYESİ



Heybetine hayran olduğumuz yüce dağlar vardır. Yerlerinden kımıldayamasalar bile gölgeleriyle, heybetleriyle, ağaçları ve kuşlarıyla, zirveleriyle, zirvelerindeki karlarıyla olmazsa olmazımızdırlar. Ne kadar çok canlıya yuva olmuştur o büyük dağlar. Ne çok kesmiştir esen fırtınayı. Dünyanın dengesi olmuştur dağlar. Allah’u Teala Nebe Suresi’nde; “Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık (çivi) yapmadık mı?” buyuruyor. Anlıyoruz ki dağlar, yeryüzünün dağılmasını önlemek için yaratılmışlar.
Bazı insanları dağlara benzetiyorum. Heybetleriyle, kararlarına ve ideallerine olan bağlılıklarıyla, mazlumların yanında duruşlarıyla, nice yıkık gönüllere yuva oluşlarıyla, yıkıcı fırtınalara kalkan, yakıcı sıcağa gölge oluşlarıyla, bir oraya bir buraya gitmeden inandığı yerde sabit duruşlarıyla bazı insanları o yüce dağlara benzetiyorum…
Neden bu kadar dağlardan bahsettiğimi, bu hafta yaşadığımız iki örnekten sonra söyleyeceğim kıymetli dostlar. Hafta sonu bazı işler için seyahat etmek durumunda kaldık. İşlerimiz bittikten sonra yemek için hemen hemen herkesin tanıdığı, Türk olduğunu bildiğimiz, güya güvendiğimiz restoranda girdik. İçerisi epey doluydu. Boş birkaç masa vardı. Boş masalardan birinde yerimizi aldık. Hemen siparişlerimiz geldi. Yemeklerimizi yedikten sonra gözüm kapıya ilişti. İnsanlar kapıda sırada bekliyorlardı. Boşalan masalardan birine oturabilmek için. O insanları görünce, hareketlerimizi hızlandırarak kalktık masadan. Kalkarken gözüm yan masaya ilişti. Yemeklerinin yanında afiyetle içtikleri içeceklerine takıldı gözüm. Hiç adetim olmasa da başka masalara da baktım. On masadan yedisinde İsrail malı olan içeceklerden içiliyordu. Önce nasıl bu kadar duyarsız olabilirler diye o insanlara kızdım içimden. Sonra halâ işletmesinde bu içeceklerin satışını durdurmayan işletmeciye sinirlendim. Birçok işletme hatta belediyeler boykot ediyordu bu içecekleri. Bu kadar işleyen bir işletme neden halâ bu içecekleri servis ediyor diye hayıflandım durdum. Ama en çok kendime kızdım. Boykot ettiğim halde yemek yiyeceğim restoranda hangi içeceğin servis edildiğine dikkat etmediğim için. Orada yediğim yemeğe, ödediğim paraya o kadar çok acıdım ki. İsrail mallarını kullanmadıklarını açıklayana kadar bir daha o restorana girmeme kararı aldık ailece. Yaşadığımız bu olay neticesinde sadece aldığımız ürünlere değil, restoran ya da kafelerde hangi içeceklerin servise sunulduğuna da dikkat etmemiz gerektiğini tecrübe etmiş olduk.
Anlattığımız bu ilk örnekte hassasiyeti olmayan insanlar, dağın eteklerinde esen rüzgârda savrulan kuru bir dal parçasını anımsatıyorlar değil mi? Bir de ikinci örneğimize anımsattıklarıyla birlikte bakalım.
Normal marketlerde bulamadığımız bazı ihtiyaçlarımız için yaşadığımız yerde bulunan bir toptan satış marketine gittik. Koca koca rafların arasında bir sürü insan dolaşıyordu. Birçok kişinin elinde o büyük market arabalarından. Aradıklarıma dikkat kesilmiştim. Temizlik maddelerinin satıldığı reyondaydım. İsrail mallarının hiç eksilmediğine, Türk mallarının raflarda bitmek üzere olduğuna hatta görevlilerin biten ürünlerin yerine yenilerini yerleştirdiğini gördüğümde çok sevindim. Yanımdan geçen bir çiftin konuşmalarına şahit oldum. Beyefendi eşine, “Bak burada aradığından var. Daha fazla dolaşmayalım.” dedi. Hanımefendi hemen cevap verdi. “O İsrail malı. Ölürüm de almam onu.” O an gözlerim doldu. Az ileride alt raflarda deterjan arayan bir bayanın yanında başka bir bayan durarak. “Hanımefendi o İsrail malı bak Türk malı bu tarafta.” Dediğinde, deterjanlara bakan hanımefendi “Ben de Türk malı mı diye anlamaya çalışıyordum. Teşekkür ederim.” karşılığını verdi. Sonra uyaran hanım efendi bir bir saydı Türk mallarını. O mağazada buna benzeri birçok konuşmaya şahit oldum. Dokuz on yaşlarında bir çocuğun bile alacağı ürünün hangi milletin malı olduğunu öğrenmeye çalıştığını gördüm. Bu manzaralar karşısında bir kez daha gurur duydum milletimin insanıyla. Ne kadar güzel insanlarımız var bizim…
İşte yazımızın başında yüce dağlardan bahsetmemizin sebebi bu güzel insanlardır kıymetli dostlar. Zalimin ve zulmün karşısında karınca misali kadar da olsa durabilen insanların hepsi aslında bir yüce dağdır. Ve dünyanın dengesi o yüce dağlar sayesinde sağlanıyor. Gözle görünen yüce dağların dünyanın dengesini sağladığını bilim ispat etti. Manevi ve sosyolojik olarak dünyanın dengesini sağlayanlar da yüce dağlara benzettiğimiz yüce gönüllü insanlardır. Zulmün rüzgârına kapılanlar ise o rüzgârın savurduğu bir kuru daldan ibarettirler.
Yüce dağlar ile kuru dalların hikâyesi gibi dünya değil mi? Bizler de o hikâyenin karakterleri… Yüce dağlar… Kuru otlar… Hangisiyiz biz? Umarım yüce dağlara benzettiğimiz insanlar çoğalır toplumumuzda. Bu iki örneği karşılaştırdığınızda siz neler hissettiniz kıymetli dostlar.
Saygılar, sevgiler.


Sıradaki Habere Kaydır