SİHİRLİ ODALAR

Soğuk, puslu bir havada gökyüzünden salına salına inen kar taneleri, ahşap evin tahta çerçeveli penceresinde dinleniyordu. Tahta çerçeveli pencerenin önünde dinlenen kar tanelerinin üzerine her saniye yenileri ekleniyordu. Az sonra kuvvetli bir rüzgâr esti. Kar tanelerinin yarısını tozuta tozuta itti pencerenin kenarından. Şanslı olan kar taneleri, ahşap evin içindeki huzuru seyretmeye başladılar. Ak saçlı, ak bıyıklı, gözlüklü, ton ton yaşlı bir adam pencerenin kenarındaki sedire oturmuş kitap okuyordu. Odanın ortaya yakın kısmında odayı ısıtan, bütün ev halkını çevresinde toplayan, kış günlerinin en prestijli eşyası olan kuzine kuruluydu. Kuzinenin üzerinde kış aylarının vazgeçilmezi güğüm vardı. Güğümün içinde kaynayan sudan gelen ses, ruha hitap eden ince bir ezgi çalıyordu… Güğümün hemen yanında içinde ıhlamur çayı olan çaydanlık kaynadıkça odanın içini ıhlamur kokusu kaplıyordu. Kuzinenin kenarında, başında beyaz tülbent bulunan yaşlı bir kadın vardı. Onun hemen önüne oturan beş yaşlarında bir kız çocuğu bulunuyordu. Yaşlı kadın torunun saçlarını özenle tarıyordu. Az sonra içeriye elinde sofra örtüsü ile otuz yaşlarında bir kadın girdi. Kadın örtüyü kuzinenin önüne serdi. Ardından hemen kapının dışında bulunan kocaman bir bal kabağını ve bıçağı getirdi. Örtünün üzerine koydu. Kendisi de oturup bal kabağını ortadan ikiye zorlanarak böldü. Kabağın iki yarısı iki tarafa ayrıldı. Kabağın ortasında ki çekirdekler gün yüzüne çıktı. Yaşlı kadın ve torunu da balkabağının yanına yanaştı. Yaşlı kadın torununa;
“Ayşe seninle bu çekirdekleri ayırıp kurutalım mı?”
“Olur babaanne.” Yaşlı kadın torununa, “Bütün kabak çekirdeklerinin senin olmasını istiyor musun?” dediğinde torunu Ayşe sevinçle, “Eveeettt!” dedi. Yaşlı kadın tebessüm ederek, o zaman benim bütün söylediklerimi tekrar et, dedi. Evin gelini çekirdekleri balkabağından ayırarak onların önüne koydu. Kendisi kabakları soyup doğrarken babaanne ve torunu da çekirdekleri turuncu, kaygan zarlardan ayırmaya çalışıyorlardı. Yaşlı kadın Sübhaneke duasını okumaya başladı. Torunu Ayşe onun ardından tekrar etti. Çekirdekleri ayırma işlemi bitene kadar Sübhaneke duasını okumaya devam ettiler. Kaç defa okuduklarını kendileri de bilmiyordu. Ayırdıkları çekirdekleri, gazete kâğıdının üzerine sererlerken Ayşe kendi başına Sübhaneke duasını okudu. Hemen ezberlediğini gören babaannesi içten bir tebessüm etti. Pencerenin kenarında oturan dedesi gözlüklerinin altından torununa bakarak,
“Aferin sana ne çabuk ezberledin. Şimdi bir masalı hak ettin.” Dedi. Dedesi elindeki kitabı kapatarak pencerenin kenarındaki rafa koydu. Gel bakalım yanıma, diyerek gemide su dağıtan çalışkan bir kızın hikâyesini anlattı torununa. Ayşe bundan çok etkilendi.
“Bir insana su vermek çok mu sevap dede?” diye sordu. Dedesi, “Sadece insanlara değil susuz olan her canlıya su vermek çok sevap. Kediye, köpeğe, çiçeğe, böceğe bütün canlılara su vermek çok sevap. Bu davranış insandaki merhameti gösterir. Merhametli olanı Allah çok sever.” Dedi. Bunu duyan Ayşe, size hemen su getireyim, deyince odanın içinden kahkahalar yükseldi. Ayşe neden güldüklerini anlamamıştı ama o da büyüklerine eşlik ederek gülmeye başladı. Bu arada evin gelini, Ayşe’nin annesi, bal kabaklarını doğramayı bitirip tepsiye güzelce dizdikten sonra kuzinenin fırın kısmına yerleştirdi. İşi bitince Ayşe’ye dönerek, “Kimse su istemiyor ama hepimiz ıhlamur içeriz beraber bardakları getirelim. Su dağıtmış gibi olursun.” dedi. Ayşe dedesinin yüzüne baktı. Dedesi, evet öyle, der gibi başını salladı. Ayşe annesinin yardımıyla dedesine ve babaannesine ıhlamur çayı ile dolu bardakları verdi. İkisinden de kocaman bir aferin aldı. Sadece aferin değil ikisinden de dua aldı. Büyüklerinin takdirini ve duasını aldığında bir başka hissediyordu Ayşe kendini.
Akşam sofrasını kurmuşlardı ki Ayşe’nin babası geldi eve. Ayşe hasretle sarıldı babasına, hemen öğrendiği Sübhaneke duasını okudu. Ardından dedesinin ona anlattığı hikâyeyi babasına anlattı. Akşam yemeğinden sonra meyve yediler. Yedikleri portakalların kabuklarını kuzinenin üzerine koydular. Odanın ıhlamur ve balkabağı esansına bir de portakal kabuğu esansı eklenmişti. Ayşe için ve bütün ev halkı için bu kokular huzuru ve mutluluğu temsil ediyordu.
Yıllar yıllar sonra Ayşe o odayı anlatırken ‘Sihirli Oda’ ifadesini kullanıyordu. Ardından, “Ben o odada hissettiğim duyguları başka hiçbir yerde hissetmedim. O odada bana öğretilmek istenen her şeyi hemen öğreniyordum. Sübhaneke duasını okurken halâ burnuma ıhlamur ve balkabağı kokusu geliyor. Ne zaman kabak çekirdeği görsem babaannemin yüzü güzümün önüne geliyor. Halâ insanlara ve hayvanlara su vermek beni o zamanki kadar mutlu ediyor. Bu davranış bana sevildiğimi hissettiriyor. O oda, çocukluğumun hatta hayatımın en güzel anlarının geçtiği sihirli bir odaydı.” diye ekliyordu.
Anlattığımız hikâyedeki sihirli oda eskiden hemen hemen her evde vardı. O odayı sihirli hale getiren ne kuzinenin varlığıydı ne güğümün melodisi ne ıhlamurun kokusu ne balkabağının kokusu ne de portakal kabuğunun kokusuydu. O odaları sihirli hale getiren ailenin büyüklerinin huzur veren varlığıydı. Güzellikle, sevgiyle dualar öğretecek babaannenin varlığıydı… Kıssadan hisseler sunan hikâyeler anlatan dedenin varlığıydı o odaları sihirli hale getiren… Anne ve baba rızık peşinde, iş peşinde koşarken çocukların ruh ve düşünce dünyalarını, dini eğitimlerini düşünen onlara eksiksiz ve sevgi dolu eğitimi hâl dilleriyle veren büyüklerin varlığıydı o odaları sihirli hâle getiren…
O sihirli odalarda işleniyordu karakterlerimiz. Ayşe gibi kabak çekirdeği ayırırken öğreniyorduk sabrı… Büyüklerimizin anlattığı hikâyelerin içine girmeye çalışken şekil alıyordu hamurumuz. Pencerenin kenarında kitap okuyan büyüğümüze duyduğumuz saygıyı, kitaplara her dokunduğumuzda hissediyorduk. Kuzineli o sihirli odalar hepimizin yüreğinin en güzel yerinde halâ bizi ısıtıyor ve halâ bize dedelerimizin hikâyelerindeki iyiliği, güzeli, doğruyu gösteriyor…
Bizim eğitimlerimiz evlerde o sihirli odalarda başlıyordu. Şimdi çocukların eğitimi nerelerde başlıyor. Şimdiki çocuklar da büyüdüklerinde yüreklerinin en güzel yerinde, onları yönlendiren sihirli odalar saklayacaklar mı? Bunların cevaplarını her aile farklı verecektir elbet. Yalnız bütün ailelere sormak istediğim bir soru var. Aile büyüklerinin olmadığı evlerde sihirli odalar olur mu?
Büyüklerimiz bizim sadece başımızın tacı değil dünümüzün, bugünümüzün, yarınımızın ve evlatlarımızın yarınlarının ilacıdır. Bizler onları hayatlarımızdan uzaklaştırdığımız sürece sihirli odalardan, dertlere derman olacak ilaçlardan mahrum kalırız.
Çocuklarımızın sihirli odalardan mahrum kalmamaları dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.