BEN Mİ? SEN Mİ? BİZ Mİ?

“Onlar Rablerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. Aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da Allah yolunda harcarlar.” – Şûrâ Sûresi 38

““İstihâre yapan hüsrâna uğramaz, istişâre eden pişmân olmaz, iktisatlı olan fakir düşmez.” (hadis)

Ayet ve hadislerle imar etmiş olsaydık keşke hayatımızı! Ne kusursuz, ne muntazam, ne adil olurdu şüphesiz. İman edip, dinin bir dönüştürücü olduğunu nasıl görmez ki göz? Cahiliyenin karanlığından Ömer’i alıp Hz.Ömer yapan, dinin kusursuzluğu değil de nedir? Sadece ibadetlerden ibaret değildir elbet. Muamelat kısmı ile , ibadetlerin hayata yansımasıyla herşey huzura erer. Görüş alışverişinin ehemmiyeti de bu noktada dikkat çeker.

İstişare kültürü, Rabbimiz’in(c.c) karakter ve zekâ özellikleri ile birbirinden farklı yarattığı kula da, Yaratıcısına da hürmettir aslında. Zira farklılıkların sentezlenerek hayatın içinde, helâl dairesinde yerini bulması, bir zenginliktir. Danışanlarım ve seminerlerde bir araya geldiğimiz hanımefendiler, benim turuncu ve mavi kalemimi bilirler. İstişârenin önemini anlatmak için basit bir şekilde açıklıyorum:
Diyelim ki evimize bir kalem lâzım…
Hanımefendi eşine;
-“Bize turuncu kalem lâzım” diyor.
Eş;
-“Ayy, ne çirkin renk! Mavi olsun.”
-” Saçmalama turuncu daha güzel,enerjik!”
-“Çok göz alıcı bir renk, hem mavi daha iyi uyar bizim evimize”
Derken… Başlar bir ikna çabası ve tatsızlık rüzgârları! Oysa tek gerçek olan “eve bir kalemin lâzım olmasıydı. Çekişmek ya da ikna çabasına yerine, taraflardan biri;
-“Anlıyorum sen bu rengi sevmiyorsun, fakat ben de senin söylediğin rengi sevmiyorum. O hâlde iki rengi kenara bırakıp,ikimizi memnun edecek başka seçenekleri birlikte değerlendirelim.” demeyi başarsaydı, istişâreye kapı aralanacak ve Nebevî bir ahlâkın esintisiyle hane huzura ulaşacaktı.Çünkü Peygamberimiz(S.A.V) şöyle buyurmuştur:
“Kendilerini alâkadar eden hususlarda hanımlarla istişâre edin!” (İbn-i Esir, Üsdü’l-Gâbe, IV, 15)
Hayatımızda Nebevî ölçü yerine, nefsanî hareket edildiği her zaman rahmet değil zahmet oluyor şüphesiz. Ve yazık ki, iman edilen dini hayatın içinde var olması konusundaki adımlarımız zayıf kalıyor. Hanımına Allah’ın emaneti diye bakmayı başaramayan ve Hz.Ömer’in kendisine yüksek sesle konuşan hanımına olan muamelesinden, payına düşeni alamayan erkek, hanımını evde yok sayarak karar vermeyi güç ve başarı sanıyor. Oysa ki emanete ihanet, münafıklık âlâmetidir, unutuluyor!

Mavi ve turuncudan başka beyaz,mor,yeşil,pembe… Elbette ikimizi de memnun edecek renkler vardır. Ve istişâre berekettir. İkna çabasının beyhudeliğinde çırpınmak yerine, Allah’ın verdiği dil,akıl gibi nîmetleri kullanıp saygın bir iletişimin keyfine varmak varken, ego savaşı olmaz mı aksi şekilde davranmak? Kaldı ki dünya; tercihlerin yaşandığı, Allah Rasulü’nün gözlerine bakarak kâfir olarak ölmeyi seçen insanların geçtiği yer değil midir!?

Pekçok çiftin, -eski yeni farketmeksizin- ortak şikâyetlerinden biri; “konuşacak birşey bulamıyoruz!”
Fakat evlilik, kişilik ve isteklerimizden tamamen vazgeçmeden, davranış ve alışkanlıklarımıza esneklik kazandırarak biz olmayı başarmaktır. Bu sebepten ötürü de, konuşmaya, paylaşmaya ve bireysel zihin yapısından biz bilincine ulaşmaya ihtiyacımız var. Çoğu zaman konuşmamak; isteklerinden vazgeçmemek ya da sorumluluk almamak adına bir kaçış olabiliyor. Çünkü istişârede karşındakine fikrini empoze etmeye uğramaktan ziyade, dinlemek ve anlamaya çalışmak önceliktir. Maksat, kendi fikrim ve karşımdakinin fikrini değerlendirerek, en faydalı olanı seçmeye odaklanmaktır. Ego savaşı yerine, birlikte huzuru bulma çabası!

Sadece evlilik değil, tüm beşerî münasebetlerde iletişim kalitesinin vazgeçilmezleri; dinlemek, saygılı ifade, istişâredir. İstişârenin olmadığı her iletişimde, baskın bir taraf vardır ve diğer taraf büyük ölçüde kendinden vazgeçmiştir.

İşlerin husûsunda, Allah’tan korkan kimselerle istişâre et!” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 147) hadisinden de anladığımız üzere, istişâre edilen kişinin, Hakkı, hayrı tavsiye edecek, hata/kötü olandan alıkoyacak feraseti olması da elzemdir. Zira verdiğimiz kararlar ya Allah rızasına ya da nefsin arzusuna götürür. Bu nedenle de insanın, ayağı kaydığında onu elinden tutacak bir salih çevre içinde olması da, büyük bir nimettir. Her zaman “ben” olursa bencillik kaçınılmazdır. Her zaman “sen” olursa, fazla fedakârlık zulme evrilebilir. Din itidalli olmak, vasat olmaktır. Bu nedenle de orta yolu bulmanın en sağlıklı ve hayırlı yolu, şüphesiz istişâredir.

Dil, insana ikram edilen en kıymetli nimetlerdendir. Yeryüzünün halifesi ve eşref-i mahlukat olarak bildirilen insana da bu nimetin hakkını vermek yaraşır. Ne zaman iletişim ve istişâre konusunda zaafiyet oluşursa, o zaman iyilik,güzellik ve rahmet tecellilerini kaçırıyoruz.

Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurur:

”Size Kadir Gecesi’ni bildirmek üzere çıktım; iki kişi kavga etti, o bilgi kalbimden silindi, kaldırıldı. Herhalde bu, hakkınızda daha iyidir. Onu dokuzuncu, yahut yedinci, ya da beşinci gecesinde arayın!” (Başka rivayette) Onu son onun dokuzuncu yahut yedinci ya da beşinci gecesinde arayın!”
(Buhari, Leyletu!’l-Kadr, 2, ;3; Ebû Davut, Ramazan, 3; Nesaî, Sehv, 98.)

Bakınız; anlaşma yoluna gidilmediğinden tartışma çıkmış ve Kadir gecesinin Efendimiz (S.A.V) tarafından unutuluşuna sebep olmuştur. Konu ne olursa olsun,kimler arasında olursa olsun; hayra ve güzelliğe kapı aralayan fikir alışverişi vazgeçilmezimiz olmalıdır.

Allah hepimizi dinleyen, anlayan, insana ve düşüncelerine Yaratıcısına hürmeten saygı gösteren, istişâre kültürünü hayatında her an var eden salih/saliha kullardan eylesin…(Amin)