ALTIN İMZALAR

Hayalleri vardır insanın, ömrü boyunca ulaşmak için çaba sarf ettiği. Gerçekleşen bütün hayallerini geçtiği yollara döşeyen, arkadan gelenlerin ayakları takılmasın diye engelleri kaldıran,yolları gerçekleşen hayalleriyle pürüzsüzleştiren insanlar da… Bu insanların en bahtiyarıdır öğretmenler. Meslekleri boyunca yolları güzelleştirecek nice öğrencilerin hayatlarına dokunabilme fırsatına sahiptirler. Ufacık bir çakıl taşı iken, ufuklara ulaşan kilometre taşlarına çevirir bu dokunuş minicik yürekleri. Ürkek bir serçe iken semaları kucaklayan, düşmana korku dosta güven veren demirden kanatları üretebilecek hale getirir bazen. Bazen hayata kör bakan ortamlarda yetişmek zorunda kalan çiçeklerin gözü olur, can suyu olur dokunuşlarıyla öğretmen.Çok isterdim bir edebiyat öğretmeni olarak en edebi şekilde yüreklere dokunabilmeyi. Cihana hükmeden Muhibbi’yi, Cihan Fatihi Avni’yi beyit beyit anlatabilmeyi. Fuzuli’nin ‘Su Kasidesi’ ile İki Cihan Güneşine varan sevgi nehirlerini coşturabilmeyi çok isterdim… Nasip olmadı… Lakin yüreklere çok daha güzel dokunan edep timsali nice öğretmenler tanıdım. Hepsine en derin saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. Bizim hayatımıza da dokunan, kelimelerimizin, yazılarımızın, adımlarımızın dahası hayallerimizin altında imzası olan nice öğretmenlerimiz var. Örneğin, dönemin en sağlam temel ustasından daha sağlam temeller atan ilkokul öğretmenim… Hayatıma attığı temel nice depremler gördü de sarsılmadı… Tecrübelerini öğrencilerinin karakterine rehber edenler… Okuma sevgisini, edebiyat aşkını nakşedenler… Her adımımızın her hayalimizin bazen her cümlemizin altında bir öğretmenin imzası var. Onların verdiği şekil ile konumluyoruz ömür sermayemizi. Hele öyleleri var ki sevgi nişanesi tavırları ile demir halatlarla bağlarlar öğrencilerini hayata. Böyle atarlar imzalarını tazecik yüreklere.Altın bir mürekkep ile atılan o sevgiden imzalar nice hayatların parlayan yıldızı olurlar.Seksen yedi yılının kış ayıydı. İlk okul ikinci sınıfın yarı yıl tatiliydi. Soğuk havayı bronşlarımıza kadar hissediyorduk. O pamuk gibi görünen kar yüreğimizi deliyordu. Böyle masum görünen bir şey nasıl bu kadar can yakabilirdi ki? Bu soğuk günde, halen anlayamadığım bir sebepten dolayı ayrılmak zorunda kaldım ailemden. Annemin sıcacık yemeklerinden, şefkatinden… Babamın sıcacık avuçlarından sıyrılıp gitti buz gibi çocuk parmaklarım. Ailem sevginin ocağı gibiydi. Orada pişiriyorduk gönül aşımızı. Orada eritiyorduk buz tuttuklarımızı. Üç sene sürdü bu ayrılık… Bu üç sene zarfında yanlarında kaldığım yakınlarım bütün konforumu sağladı. Lakin yüreğim üşüyor, yaşama sevincim bütün bağlarını çözüp iplerini koparıp hızla uzaklaşıyordu benden… Sonra okul açıldı. Çekinerek geçtim okulun kapısından. Ağır adımlarla, etrafımı inceleyerek. Duvarların üst kısımları açık mavi, alt kısımları koyu maviydi. Renklerin bitiştiği yerde, boydan boya ahşap askılıklar asılıydı. Askılıklarda rengarenk montlar, atkılar. Bu mavi renk kırmızıdan daha sıcak hissettirmişti garip bir şekilde. Yakınım ile öğretmenler odasının önünde durduk. “Sen kapıda bekle. İçeride görüşme yapıp çıkacağım.” Dedi. Zira yakınım da öğretmendi. Çocuk aklımla o okulda öğretmen olduğunu sanıyordum ancak yakınım yüz metre kadar ötede ki kız meslek lisesinde öğretmenmiş. Nice sonra öğrendim. On dakika sonra kapı açıldı. Önden yakınım çıktı. Ardından ay yüzlü bir bayan… Şimdi düşünüyorum da ne kadar çok incelemişim o an her şeyi. Üzerinden otuz beş sene geçmiş olmasına rağmen her ayrıntıyı hatırlıyorum. Bayanın üzerinde krem renkli yün bir kazak. Boynunda altın renkli bir kolye. Saçları kulak hizasından kesilmiş. Siyah ve kıvırcık. O an hayranlıkla baktım gözlerine kahverengi, sıcacık… Utanarak başımı yavaşça eğdim. Eğerken eteğindeydi gözlerim. Kahverengi kalın bir kumaştandı. Eteğin bittiği yerden başlıyordu kahverengi çizmelerinin boyu. O an ısınmıştım sanki. Kahverengi sımsıcak sarmıştıbeni. Dizlerini büküp çömeldi. Göz hizamdaydı. Gözlerimin içine bakarak;“Bundan sonra senin öğretmenin ben olacağım. Adım Nazmiye Gürsoy. Birlikte çok güzel şeyler öğreneceğiz. Sen de başarılıymışsın, duydum. Ben öğrencilerimi çok severim. Başarılı olanların yeri ise bambaşkadır bende. Çalışan sevilmez mi hiç?” dedi. Çok sonraları anladım o konuşmanın değerini. Daha tanıştığımız ilk anda karakterime ilmekler atmaya başladığını. Konuşması bitince, yumuşacık elini yanağıma getirdi. Avucunun içine yanağımı alarak, “Şimdi zil çalacak. Bekle içeriden çantamı alıp geliyorum. Sınıfa beraber gidelim.” dedi. O an annemin şefkatini, sevgisini hatırladım. Yüreğimde ki ayrılık acısı hafifler gibi oldu. Öğretmenler odasından çıkınca elimi tutarak, “Hadi sınıfımıza gidelim. Arkadaşlarınla tanışalım. Sonra çok güzel bir ders yapacağız. Yaprak koleksiyonu yapacağız biliyor musun? Bir deftere bulduğumuz bütün yaprakları yapıştırıp hangi ağaca ait olduklarını yazacağız. Çok şanslısın, sınıfın hepsinden önce sen öğrendin bunu. Sınıfa daha bugün açıklayacağım.” Yumuşacık ve sıcacık bir el sarıyordu elimi. O an ‘hiç bırakmasın bu el beni’ diye geçirdim içimden. Sınıfa varan koridor hiç bitmesin istedim. Hissettiğim sevgi yüreğimin buz tutan yanlarını eritmeye başlamıştı bile. Sınıfa girdiğimizde arkadaşlara takdim etti beni. Tanıştırdı demiyorum. Öyle güzel anlattı ki takdim etti sanki… Sonrasında bana her yaklaştığında yumuşacık avcunun içine aldı yanağımı. Öyle ki yanımdan geçerken bile yapıyordu bunu. Avucundan yanağıma, ruhuma sevgi ve güven akıyordu sanki… Onun sevgisiyle yaşama sevincim, kopan iplerini bağlıyor bazen yepyeni demirden halatlar ekliyordu hayat ile arama. Hafta sonu hiç gelmesin her gün okul olsun istiyordum o sevgiyi hissedebilmek için…İyi bir öğretmen, tahlil ediverir bir çocuğu birkaç hareketiyle, bakışıyla, duruşuyla. Hayatıma sevgiden altın imzalar atan Nazmiye Gürsoy Öğretmenim de tahlil edivermişti çocuk ruhumu bir çırpıda. Karşımızdaki insanın bir azasının eksik ya da yaralı olduğunu nasıl bir bakışta anlayabiliyorsak. Nazmiye Öretmenim de ruhumda ki yaramı, eksikliklerimi bir bakışta görüp daha tanışma anında başlamıştı merhemlerini sürmeye, eksik taşları cümleleriyle döşemeye. Hayatımın en büyük yaralarını almaya müsait o üç yılımı; eğitimiyle, disipliniyle, sevgisiyle güçlendirip sağlam bir ordu yerleştirmişti karakterime Nazmiye Öğretmenim. “Çalışmaktan asla vazgeçmeyin çocuklar. Bugün olmasa bile bir gün mutlaka başaracaksınız. Vazgeçerseniz başarma ümidinizi kaybedersiniz. Çalışanın ümidi asla tükenmez. Ümit damarlardaki kan kadar önemlidir. O kanı besleyen ise çalışmaktır. Çalışmaktan asla vazgeçmeyin çocuklar.” Diye öğüt verirken altın imzasını hepimizin karakterlerine atmıştı.Düşünüyorum da “Eğer Nazmiye Öğretmen ile karşılaşmasaydım. Onun sevgisinden, eğitiminden, disiplininden nasiplenmeseydim ne olurdu?” diye. Sanırım daha çocuk yaşlarda hayata küsen, umutsuz, karamsar, zar zor yaşayan biri olurdum. Bir öğretmen bir hayatı değiştirdi… Bir öğretmen bir hayatı yeşertti… O öğrencinin hayattaki her başarısının altına altın imzasını attı aslıda. Kim bilir Nazmiye Öğretmen daha nice hayatlara attı o altın imzasını. Belki bir yerlerde yan yana geldik imzasını attığı öğrencilerinden biri ile… Bir öğretmen bir sürü hayata dokunur. Bir sürü hayatın altında vardır imzası. Bütün öğrenciler benim çocuk kalbim kadar şanslı olsun temennisindeyim. Bütün çocukların hayatlarına altın imzalar atan öğretmenler girsin. Ve o altın imzalı hayatlar kursun geleceği…
Saygılar, sevgiler