ARMUT PEKMEZİ

Yıllar yıllar önce soğuk bir Aralık sabahıydı. On yaşındaki küçük kızın ailesinden ayrılmasının üzerinden tam iki buçuk ay geçmişti. Geçmek bilmeyen koskoca iki buçuk ay… Saat saat, dakika dakika hatta saniye saniye sayıyordu hasretine eklenen günleri küçük kız. Ne zordu ailesinden ayrı kalmak. Annesinin şefkat kokan sinesinden, babasının başını yasladığı omuzundan, kardeşlerinin şen kahkahalarından ayrılmak ne kadar zordu. Ama ne yapsın köylerinde okul yoktu. Okul tatil olana kadar bu yurtta kalması gerekiyordu. Okumak istiyorsa bu hasrete katlanmalıydı. Hasretinin üşüten kollarında, kaldığı odanın penceresinin önüne bir sandalye çekerek oturdu. Hem yağan karı seyrediyor hem de kitabını okuyordu. Oda arkadaşları daha kalkmamıştı. Küçük kız hep erken kalkardı. Kendini bildi bileli bütün aile erken kalkarlardı. Erken kalkmak yaşadığı köyün kurallarından biriydi sanki. Köylerinde geç kalkana “Ehtü” denirdi. Ehtü, pek hoş karşılanan bir tabir değildi. Tembel, miskin gibi manalar taşırdı. Küçük kız bir keresinde sözlüğe bakmıştı da bulamamıştı bu kelimenin anlamını. “Bizim köyde yabancı dil konuşuluyor.” diye şakasını bile yapmıştı. Küçük yaşlarından beri hafızasına, benliğine işleyen erken kalkma alışkanlığının asıl nedeni ehtü olma korkusuydu belki de. Hafta sonu erken kalktığında genelde pencerenin önüne bir sandalye çekip oturarak kitap okurdu. Ara sıra kitaptan başını kaldırır yurdun bahçe kapısına doğru bakardı. Sanki ziyaretine gelecek birinin haberini almış da gelecek kişiyi karşılamak için yollarını gözlüyor gibi bakardı o kapıya, uzun uzun… O gün de başını kitaptan kaldırdığı her an kapıya doğru bakıyordu. Bir ara hep uzun uzun baktığı o bahçe kapısından birinin geçtiğini gördü. Kim olduğunu merak etti. Döne döne düşen karlardan pek de seçilmiyordu kim olduğu. Yürüyüşü ne kadar da babasınınkine benziyordu. O kişi biraz daha yaklaştığında babası olduğunu anladı. Yüreğini bir anda heyecan kapladı. Kalbi yerinden çıkacak kadar hızlı atmaya başladı. O heyecanla fırladı odadan. Babası yurt binasına gelmeden çoktan bahçeye inmişti küçük kız. Hızını hiç kesmeden babasına doğru koşmaya başladı. Koşarken “Baba” diye sesleniyordu. Babası tebessüm ederek ve adımlarını hızlandırarak kızına doğru yürüyordu. Sonunda aralarındaki mesafe bittiğinde küçük kız babasının boynuna atladı. Öyle sarılmak falan değildi bu resmen yaylanıp babasının boynuna doğru bir atlama gerçekleştirmişti. Kendini bir an babasının kucağında ona sarılırken buldu. Babası elinde olan Pazar çantasına benzeyen çantayı yere bıraktı ve kızına sımsıkı sarıldı. Bu ana ve bu sarılmaya babası öyle çok şaşırmış ve duygulanmıştı ki aradan uzun yıllar geçtikten sonra bile bu anı zaman zaman dile getirecekti. Evladının hasretinin derecesini o ilk sarılmadan anlamıştı babası…
Yurdun bekleme salonuna geçtiler. Babası köyden getirdiklerini gösterdi kızına. “Annen bizim koyunların yününden kazak ördü sana. Sıcacık giyersin.” dedi. Çantadan bir bir çıkarttı getirdiklerini. Cevizli çörekten bir dilim attı ağzına küçük kız. Yerken annesinin kokusunu duyuyordu sanki. Armut pekmezini gördüğünde gözlerinin içi parladı. Babası tebessüm ederek “Çok seversin. Gelirken getirdiğin bitmiştir diye annen gönderdi.” Küçük kız yurda ilk geldiğinde de ufak bir kavanoz armut pekmezi vardı çantasında ama o çoktan bitmişti… Zaten yurda dışarıdan yemek getirmek yasaktı. Ancak yurt görevlileri ufak tefek şeyleri görmezden geliyorlardı. Ne de olsa küçücük çocuklar gurbette hasreti yaşıyorlardı. Bu kadarcık merhameti onlara çok görmüyorlardı.
Küçük kız babasının getirdiklerini hemen odasına çıkarttı ve dolabına koydu. Babası da yarım günlüğüne, kızı ile vakit geçirebilmek için yurttan izin aldı. Baba kız öğlene kadar hasret giderdiler. Şehrin sokaklarında gezdiler. Bir yerde oturup yemek yediler. İki buçuk aydır ilk defa bu kadar mutlu oluyordu küçük kız. Kızına bakarken babasının içi titriyordu. Evladına bakarken “El kadar yavru hasrete nasıl da dayanmış. Nasıl da özlemiş bizi. Her bir şeyi nasıl da tek tek soruyor.” diyordu içinden.
Öğleden sonra yurda gittiğinde, annesinin gönderdiği cevizli çörekleri arkadaşlarıyla birlikte yediler. Küçük kız annesinin ördüğü kazağa sarılarak uyudu o gece. Ertesi günü armut pekmezinin kapağını açtı. Mis gibi kokuyordu. O kokuyu içine çekerken bir anda köyüne gitmişti sanki. Armutları şen şakrak nasıl topladıklarını hatırladı. Pekmez yaparken küfeler dolusu armut doğramanın ne meşakkatli bir iş olduğunu hatırladı. Elleri armut doğramaktan kızıl bir hâl alırdı. Bütün aile hatta komşularla birlikte doğrarlardı. Bütün meşakkatine rağmen armut pekmezi yaptıkları o ana gidebilmeyi öyle çok istiyordu ki küçük kız. Pekmezden bir kaşık ağzına attı tebessüm ederek. Yüzünde öyle güzel bir tebessüm vardı ki arkadaşları sebebini sordular. Küçük kız “Bu pekmezi yerken sanki annemin yanına gittim. Hasretimi giderir gibi oldum.” dedi. Odadaki arkadaşlarından biri “Ben de annemi çok özledim.” dedi boynunu bükerek. Küçük kız arkadaşının yanına giderek, “Bir kaşık da sen ye. Belki senin de özlemin biraz gider.” dedi. Sonra odadaki diğer üç arkadaşına da pekmezden birer kaşık verdi küçük kız.
Artık o pekmezi sadece annesini çok özleyenler bir kaşık ilaç niyetine yiyordu. Garip bir şekilde pekmezin özlemlerine iyi geldiğini düşünüyorlardı. Bitecek diye öyle her özlediklerinde yiyemiyorlardı da. Özlemleri dayanılmaz hâl aldığında birer kaşık yiyorlardı. İçlerinden biri “Armut pekmezi yiyesim geldi. Hem de çok…” dediğinde anlıyorlardı ki o arkadaşları annesini çok özlemişti…
Bir dostumun başından geçen bu hikâyeyi dinlediğimde çok duygulanmıştım. Küçücük çocuklar dayanamadıkları hasretleri için armut pekmezini ilaç yapmışlardı. İnsanoğlu nesnelere anlamlar yükleyerek dertlerine nasıl güzel çareler buluyor değil mi? Nesneler bizim yüklediğimiz anlamlarla girer hayatımıza. Bir bardak çay bile herkes için farklı anlamlar ifade eder. Yüklenilen anlamına göre derde deva olur. Ya da güzelliklere vesile…
Bizlerin hasretlerine armut pekmezi fayda eder mi bilinmez ama her insanın hasretinin acısını hafifletecek bir yöntemi, mana yüklediği bir tadı bir materyali mutlaka olmalı…
Saygılar, sevgiler.