ELLİNCİ YIL HEDİYESİ
Nasıl daha mutlu olurum? Ne yaparsam hayatımı daha güzel hale getirebilirim? Uzmanlar bu soruların cevabının maddi varlıklardan ziyade, kaliteli ve verimli insan ilişkilerinde, huzurlu aile yaşamında var olduğunu söylüyorlar. İnsan ilişkilerimizin yüksek kaliteye ulaşabilmesi, karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörüyle mümkündür. Aile yaşamında huzur ortamının yakalanabilmesi de aynı temellere dayanır. Huzurun hissedildiği ailelerin mimarları ise bağları kuvvetli eşlerdir. Bağların kuvvetlenmesi; saygıyla, sevgiyle, anlayışla, birbirini duymakla mümkündür. Dilinin söylediğinden çok gönlünün, aklının söylediğini duymak. Gözünün gördüğünü, gönlünde en güzel yere oturtabilmekle mümkündür. Böyle hislerin hâkim olduğu evlilikler uzun yıllar sürer. Ve bu evlilikler topluma örnek teşkil eder.
Aile büyüklerimizden olan böyle nadide bir çift geçtiğimiz hafta evliliklerinin ellinci yılını kutladılar. Elli yıldır bir yastığa baş koymayı, elli yıldır birbirlerine eş, aş, vatan olmayı kutladılar. Duygulanmamak mümkün değil. Bütün yuvalar uzun evliliklerin ışığında boy atsa, güveninde kök salsa ne güzel olur. Bütün çiftler sırrına vâkıf olabilse bu uzun yılların diye düşünürken, aile büyüğümüze sorar buldum kendimi. “Nedir uzun evliliğin sırrı?” diye. Samimiyetle anlattı, “Tabi ki her şeyden önce saygı, sevgi, anlayış.” diye başladı sözlerine. Devam ederken sesinin, sevgi tonunu okumamak mümkün değildi. “Bizim zamanımızda bırakın cep telefonlarını evimizde bile telefon yoktu. Tabi arayıp diyemezdim, ‘Misafir ile geliyorum.’ diye. Çat kapı geliverirdim eve misafirlerimiz ile. Garibim hiç sızlanmadan hazırlığa koyulurdu. Misafirlerimizi memnun etmeye çalışırdı. Tabi beni de. Yorulurdu anlardım. Yorulurdu da sesini çıkartmazdı. O da beni anlardı. Biz anlardık birbirimizi. Onun için kırmazdık, kırılmazdık da. Şimdilerde insanlar çok kırılgan… Geçenlerde, altmış sekiz yıllık evli olan bir kadına sordular senin sorduğun soruyu. “Nedir uzun evliliğin sırrı?” diye. O kadının verdiği cevap çok hoşuma gitti. ‘Biz birbirimizi severdik. Severdik de arada gürültü, patırtı, sorunlar bizde de olurdu. Biz sorunları uzatmazdık. Hemen çaresine bakıp, çözerdik.’ Dedi. Biz de öyle, sorunları çözüp arkamıza atıp yolumuza devam ettik hep. Çözülen bir sorunu yine yine dile getirmek yıpratır evliliği. Çözmeden bırakıp, yokmuş gibi davranmak daha da yıpratır. Çözülmeyen sorun gün geçtikçe büyür, yıkım yaratır. Onun için daha sıcakken, tazeyken, köklenmemişken çözmeli sorunları. Sonra da ardına atıp devam etmeli yola. O zaman uzun yıllar yürür insan yan yana.”
Çok doğru söylüyordu büyüğümüz. Sorunları anında çözmeliydi insan. Lakin günümüzde var olan sorunu çözmekten çok dert edilmeyecek şeyleri dert edip sorun avına çıkmış gibiyiz. “Varsın koltuklar perdelere uymasın, varsın yemek takımından bir parça kırılıversin de sevdiceğimin gönlü kırılmasın, varsın bu da böyle oluversin.” Diyemiyoruz bir türlü. Birbirimize olan güvenimizi, sevgimizi, güzel sözlerimizi çoğaltmak yerine beklentilerimizi çoğaltıyoruz. Yine yanlış kulvarda yanlış yöne koşarken, beklentilerimize ulaşmayı umuyoruz. Umduğumuzu bulamayınca atmaya başlıyoruz kendimizi derin kuyulara. Biz o kuyulardan çıkana kadar güven sarsılıyor, sevgi zedeleniyor, saygı ve anlayış yerini endişeye kaptırıyor. Bu durumu düzeltmek ise belki de ömrümüzün en güzel zamanını, en coşkun enerjisini çalıyor. Koskoca tükenmişlik hissiyle baş başa bırakıyor bizi. En basitinden doğum günlerinde, evlilik yıl dönümlerinde girdiğimiz, hediye ve kutlama beklentilerini düşünelim. Beklentimize karşılık bulamayınca geldiğimiz hali de.
Bu beklentileri düşününce kapımı, “Koskoca ellinci yılın hediyesi ne idi acaba?” sorusu çaldı. Cesaretimi toplayıp sorumu yönelttim aile büyüğümüze. Çok ama çok güzel bir cevap aldım. “Ellinci yılın hediyesi mi kızım? Bizim birbirimize en güzel, en büyük hediyemiz, sağlıkla yenen bir akşam yemeğidir. Bizim için bu pırlantalardan, en değerli en manidar hediyelerden daha değerli daha manidardır. Pırlantalar, altınlar, saatler bütün değerli hediyeler hikâye kızım. Sağlıkla yenen bir akşam yemeğinden daha kıymetli bir hediye yok. Birbirimize verebileceğimiz en güzel hediye, sağlığımız ve varlığımızdır bizim.” Bu cevabı alınca, “İşte hayatın, evliliğin sırrına vâkıf olabilmek bu olmalı. Sağlıkla yenen yemeğe, sevdiğinin sağlığına, varlığına şükredebilmek, varlığını varlığına hediye edebilmek olmalı.” dedim. Ve ellinci yılın hediyesinden çok şeyler öğrendim. Bu muhabbetten hisseme düşeni aldım.
Varlığını varlığımıza hediye edebilecek, sağlıkla yenen akşam yemeğini pırlantalara değişmeyecek sevdiğimizin, eşimizin olması; ömür boyu süren anlayış, saygı ve sevgiyle, tadı yerinde evliliklerin artması dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.