HERKES GİTTİĞİNDE DÜNYADA KALMAK

Geçen yıl kızımı okula bıraktığım günlerin birinde, hızlıca yolda ilerlerken birden selâ okunmaya başladı. Hava tam aydınlanmamıştı. Kafasını kaldırıp, gökyüzüne bakarak, “Bu saatte neden selâ okunuyor ki?” dedi. “Belki birisi ölmüştür.” Dedim. Gerçekten de selânın ardından cami hoparlöründen cenaze ilanı verildi. “Evet birisi ölmüş.” dedik kafalarımızı sallayarak. “Anne, insanlar neden ölür?” Sorusunu yönelttiğinde, bir iki dakikalık düşünmenin ardından anca cevap verebildim. Soru epey hassastı çünkü.
“Biz dünyaya gelmeden önce Allah’ın yanındaydık. Allah bizi, biraz da dünyada dursunlar, sınavlarıma tabi olsunlar diye gönderdi buraya… Doğarak geldik, büyüdük, bazılarımızın çocukları oldu. Kimimiz yaşlandı. Kimimiz zengin kimimiz fakir oldu. Kimimiz hasta kimimiz sağlıklı. Bir sürü şeyle uğraşarak yaşıyoruz. Sınavımızı geçmeye çalışıyoruz. Ama Allah sıra ile hepimizi tekrar yanına çağırıyor. ‘Senin imtihan sıran bitti. Artık yanıma gelme vaktin.’ Diyor bir nevi. Böylece sırası gelen gidiyor. Bu da ancak ölümle oluyor. Yani ölen Allah’ın yanına gidiyor tekrar.” Dediğimde,
“Bu çok güzelmiş.” dedi.
“Ancak bu dünyada iyi insan olursan, sınavını geçersen çok güzel. Öbür türlü biraz zorlanır insan. Hatta ceza bile görebilir.” derken konunun kapandığını sanıyordum. Güzel kızım beni derin düşüncelere salan bir şey daha dedi.
“Olsun, öyle olsa da güzel. Sonunda yanına çağıracak ya ‘gel’ diyecek ya. Allah tarafından çağrılması ne kadar güzel. Herkesi çağırırken, bazılarını bırakmak cezadır. Düşünsene anne, herkes giderken burada kalmak ne kadar kötü olurdu.”
Çocuk aklına nereden geldi tüm bunlar. Ama ‘Söyleyene değil söyletene bakacaksın.’ Derler değil mi? Çocuğuma ölümü anlatırken, o benim ölüme bakış açımı değiştirdi. “Herkes gittiğinde dünyada kalmak.” Gerçekten de kötü olurdu… Bu bakış açısı rahatlatıcı bir etki bıraktı üzerimde. Belki çoğumuzda böyle bir etki bırakır. Yalnız bu bakış açısı büyük bir sorumluluktu aslında.
Evet Allah-u Teala bizi yaratmaya değer gördü. Bizi yarattı, rızıklandırdı, nimetleriyle donattı, akıl gibi muhteşem bir nimet verdi. İnsanı dünyanın halifesi yaptı. Dünyanın bütün sırlarını insan bedenine yükledi. Öyle güzel nimetler öyle muhteşem bir dizayn yerleştirdi ki bize daha birçoğunu gelişen teknolojiye, onca bilime rağmen keşfedemedi insanoğlu. Bize çok değer verdi Allah-u Teala çok… Bunca değeri bunca sırrı bunca teçhizatı bir gün toprak altında heba olması için vermedi elbette. Bütün bu nimetlerin bir hesabı olacak. Değerle yarattığı insan, emaneti aynı değerle taşıdı mı? Kendine verilen değerin farkına vardı mı? O değere layık yaşadı mı? Peki yaratılan her kulun aynı değerle yaratıldığını anlayabildi mi? Kendine değer verdi diyelim, bu değer kibre kaçtı mı? Değer ile kibri birbirine karıştırdı mı insanoğlu? Kendi gibi bütün yaratılmışlara aynı değeri vermeyi başarabildi mi? Bu hassas ömür terazisinde dengeyi koruya bildi mi? İfrat ve tefrite girmeden, çizgisini sapıtmadan, yolundan çıkmadan, o değere layık olarak verebildi mi son nefesini? Bu soruların cevabı ömrümüzün her anında aslında. Yaşadığımız hayatın her zerresinde gizli.
Kızımın dediği gibi sonunda bize ‘gel’ diyor ya rabbimiz… Herkes gittikten sonra bizi dünyada bırakıp cezalandırmayacak ya… Amel defterimizi onun bize verdiği değere layık olarak doldurmak en büyük görevimiz… Umarım Rabbimizin bize verdiği değeri kendimize verebiliriz. Ve değer ile kibri birbirine karıştırmadan Rabbimizin merhameti ile tecelli ettiği bahtiyar kullarından olabiliriz.
Saygılar, sevgiler.