Anasayfa > Köşe Yazıları  >  İNSAN DEĞERLİDİR

İNSAN DEĞERLİDİR



       İnsan değerlidir. Kâinatın en değerlisi. Allah bütün mahlukatı insanın hizmetine vererek onu en değerli kılmıştır. Ve dünyayı sığdırmıştır, kâinatı sığdırmıştır bedenine, ruhuna. Kendi sıfatlarından hediyeler bahşetmiştir insana. Değerli en değerli kılmıştır. İnsan ufak bir dünya ufak bir kâinattır ve Allah’ın sıfatlarından izler taşır. İnsan kendisine ihsan edilen, hediye verilen “En değerli” unvanının gereğini yapmalıdır. Her şeyden önce Allah’ın kendisine verdiği değeri fark edebilmeli. Neden bu değerin muhatabı olduğunu keşfedip, kulluk bilincine varabilmelidir. Kendinden başlayarak diğer insanları aynı değer çemberinde görebilmeli; statü, mevki, din, dil, ırk gözetmeksizin çevresindeki, elinin ulaşabildiği bütün insanlara değerli olduğunu hissettirebilmelidir. “Değer verirsen değerli olur.” Düsturuyla adımlarını atmalı. Kendisinin, Allah değer verdiği için bu mertebede olduğunu unutmamalıdır. Bütün cümlelerini hassasiyetle kurmalı, sesinin tonunu dahi aynı hassasiyetle ayarlamalı, çevresindeki elinin ve sözünün eriştiği insanlara, sevdiklerine hatta sevmediklerine bile kendisini değersiz hissettirecek tek cümle kurmamalıdır.

       Sadece insana olmamalıdır bu hassasiyet. Bir kuşa, böceğe, bütün hayvanlara; bir çiçeğe, tohuma, buğdaya, nimete, bütün mahlukata olmalıdır hassasiyet. Allah mahlukatı insanın emrine verirken, onları düzene koymayı, idare etme yetisini de insana verdi. “İdare” insanın imtihanı oldu. Evet Allah “En değerli” dedi insana lakin değerli kalabilmekte iradesine bırakıldı. “İrade” de imtihanın başka kapısı oldu. İdare ve irade imtihanından geçebilmenin sırrı ise Allah’ın verdiği değeri koruyabilmekte saklıydı. İnsan ise değer verdikçe değerinin arttığını çoğu zaman göremiyor ya da “değer” cevherini yanlış harcıyordu.

       Dört yıl önce, bulutlu bir Ekim sabahında, Tuzla’da bir caddede yürürken, iki kadın dikkatimi çekti. Bakımlıdan öte, süslü denilebilecek tarzdaydı giyimleri. Dikkatimi çeken süslerinden ziyade, iplerini ellerinde tuttukları, onları öteberi çekiştiren köpeklerine sergiledikleri tavırlarıydı. Onlar çekiştirdikçe köpekler kendilerine özgürlük alanı açmak istercesine daha da hareketleniyorlardı. Arkalarında olduğum için konuşmalarını gayri ihtiyari duyuyordum. Sarı saçlı olan diğerine, köpeğini iki bin liraya aldığını söyledi. Diğeri de ona yakın bir fiyat belirtti. Arkasından iğnelerine, mamalarına, şampuanlarına ne kadar masraf ettiğini ekledi. İçimden, “Bu köpeklerin masrafları bizim çocuklardan fazla.” diye geçirdim. Ve düşünmekten kendimi alamadım. “Acaba bu hanımlar bu hayvancıklara merhametlerinden mi yoksa yalnızlıklarından mı bu kadar para harcıyorlar? Hem de aynı paraya bir sürü sokak hayvanı doyabilecekken.” Diye. “Merhamet olamazdı bu tutsaklığın kaynağı. Yalnızlık belki… Seviyorlar, değer de veriyorlar ama sebebi ne olursa olsun bir yanlışlık var bu tutsaklıkta.” Diye söylenirken, az ileride çöp konteynırının yanında on beş on altı yaşlarında bir genç gördüm. Genç çöpteki kağıtları toplayıp, çuvalına doldurma gayretiyle, çöp konteynırının içine beline kadar eğilmişti. O sırada köpekler çöpün kenarına çektiler esaret iplerini. Genç doğrulduğunda, köpeklerden biri paçasına sürtündü. Kadın yüksek sesle, “Oğlum gel sürünme çöp pis.” dedi. Çocuk baktı yüzlerine hiçbir şey demeden, kağıtları el arabasına bağlı olan çuvala doldurup aynı sükunetle uzaklaştı çöpün yanından. Kim bilir kendini o an nasıl hissetti? Kim bilir ne değişik bir hikayesi vardı. Kadınlar da uzaklaştı, hallerinde hiçbir değişiklik göstermeden, salına salına. Ben yürümeyi unutmuş gibi donakalmıştım. Sürtündüğü çöp değil insandı. Sürtünme dediği ise hayvan…

       Az önce bu insanların köpeklere harcadığı paranın “Merhametten mi? Yalnızlıktan mı?” olduğunu düşünmüştüm. İkisi de değildi. Merhamet ve yalnızlık masumdu. Onlar egolarının derdindeydiler. Hayata dair her şeyi yanlış anlamışlardı. Ve gösterdikleri değerin ibresi yanlış yöndeydi. O ana hayret etmemek mümkün değildi. Ama hayretten çok üzüntü kaplamıştı içimi. Kâğıt toplarken kadınların tuhaf bakışlarına maruz kalan çocuğa mı? Esaret altında özgürlük alanı arayan köpeklere mi? Değer vermeyi dahası insanlığı yanlış anlamış kadınlara mı? Yoksa hiç müdahale edemeden bütün bunlara seyirci kalan kendime mi? Daha çok üzüleyim bilemedim. Ama bildiğim bir şey vardı; insan önce yaradılış gayesini düşünerek öğrenmeli değeri. Önce kendine verilen değeri görebilmeli. Gördüğünü sapıtmadan, iradesini kullanarak, hakkıyla eda edebilmeli. Yaşamın sırrına vakıf olabilen insan, irade ve idare yetisini yerinde kullanarak, Allah’ın verdiği değerin ve “En değerli” denmesinin önemini, sorumluluğunu kavrayabilir. Bu sorumluluk bilinciyle adımlarını atan insan, kendisiyle sınırlı kalmadan, bulunduğu ortamı, beldeyi, mekânı, zamanı hatta asrı, çağı bile en değerli kılabilir. Zira tarihte bunun örnekleri yok değil. Yeter ki doğru anda, sağlam irade ile, doğru şekilde idare edebilsin “Değeri” insan.

       Bize ihsan edileni görebilmek, gördüğünüz ile değerlere değer katabilmek dileğiyle.

Saygılar, sevgiler.


Sıradaki Habere Kaydır