Kimsin?

Bir danışanım;
“Hocam mümkün olsa da park meydanına bütün akrabaları bir kazana koyup kaynatsam! Ruhları, kalpleri, düşünceleri pırıl pırıl olsa” demişti.
Keşke bu kadar kolay olsaydı çözüm. Bayram ziyaretlerinden kaçan gençler var artık. Hatta gençlerden önce yetişkinler var…
Oysa Rasulullah (S.A.V) ;
“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa, akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari, Edeb, 12) buyurmuştur.
“Akraba değil, akrep!” tabirini ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Kan bağı olan insanların, bir birine düşman gibi olması kabul edilebilir bir durum olmamakla birlikte , yazık ki çoğunluğu Müslüman olan toplumumuzun örfüne de aykırı! Peki nedir eksik olan nereden başlanılmalı tamir etmeye? Şikâyetlenip söylenmek yerine bir adım atılmalı.
En baştan başlamalı o hâlde! Önce çekirdek aileden başlamalı tadilata. Baba anneye, anne babaya sevgiyle bakmayı bilmeli ki çocuklar muhabbeti öğrensin. Aidiyet duygusunu beslemeli, yeri geldiğinde fedakârlık ederek sevginin menfaatten uzak bir duygu olduğunu yaşamalı her birey aile içinde. Güzel sevilen kadın varsa bir hânede, o evde herkes mutludur. Fakat mevzu yine erkeğe dayanır, sevmeyi bilmeli kırmadan, dökmeden, incitmeden, menfaat gözetmeden…
Sonra bir adım dışına çıkalım çekirdek ailemizin… Kadın ve erkeğin ebeveynlerinin de var olduğu geniş aile, hatta kardeşlerin… Anne/baba olmak yerine, geline ya da damada “el” muamelesi yaparak uzak tutan, samimi bir sevgiyle sevemeyen ya da evlât sırasına koyduğu hâlde anne/baba yerine konulmayan büyükler… Bakınız büyük tabirine dikkat çekiyorum, büyük toparlar, muhabbet besler, gerekirse ve yardım istenirse rehber olur , adil davranır. Fakat ilerleyen yaşları sebebiyle karizma kaybına uğradıkları fikrine kapılmaları onları pasifize ederse, tecrübelerinden faydalanılmak yerine yük muamelesi gören büyükler, ailenin köklerinin zayıflamasına sebep olur.
Peki ya kabul görmeyen gelin/damat ne yapar? Zaman içerisinde soyutlar kendini. Uzak kalır, ait hissetmez. Ya evlât gibi sevildiği hâlde uyum sağlamayan gelin/damat neye sebebiyet verir? Kırgınlıklara ve istemsizce soğuyan karı-koca ilişkilerine…
Bunlara benzer pek çok ilişki ihtimali var elbet.Rahmetli anneanneciğim; “bazı insanları kalbine koysan, kemik var batıyor der.” tabirini kullandığında çok idrak edemezdim küçükken. Yıllar içinde şimdi tam olarak ne demek istediğini, pek çok danışanım vesilesi ile de anlamış bulunuyorum.
Şimdi gelelim bayram ziyaretlerine! Kendi içinde aile olmayı başaramamış bireylerin, akraba ziyaretine önem vermesini beklemek ütopik olur elbette! “Bazı insanların fıtratı soğuk ama!” diyenler var ya, insan her an gelişen, değişen ve daha iyi insan/kul olmaya talip varlıktır derim. Gelini olduğu eve gelen misafire hâl hatır sormayan, dondurmadan daha soğuk bir mizaç olabilir mi? Bence asla! “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” ayeti ile tezat olur çünkü. Konu güzel yaratılışı muhafaza etmekti aslında. Burada aidiyet duygusunun gelişmemiş olma durumu muhtemeldir. Fakat aidiyet oluşmasa dahi kulluk bilinci, insanı hep daha iyisini yapmaya sevkeder.
Yeni nesil, ilk vazifemizin kulluk olduğunun farkında değil yazık ki! Allah’a kulluğu bilmeyen insanın, diğer sosyal rollerinin gereğini yapması daha zorlu bir süreç olur. Çünkü “haketti/haketmedi” gibi bir terazi ile tartmaya başlar tavırlarını. Oysa karşımızdaki insanın hakettiği ya da haketmediği fikri ile davranmaya kalkmak bizi olduğumuz kimliğin dışına çıkarır. Ve dünya değil ahirettir yapılanların karşılığının bulunacağı yer…
“Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa, onu görür.
Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür.” (Zilzal 7/8)
O hâlde yüreği sadece Allah’ı memnun etmek için güzelleşmiş bir insan olup özgürleşmek mi? Yoksa insanların tavrına göre sürekli farklı davranarak, kendinden vazgeçmenin getirdiği hırçınlık mı? Herkes tercihini yaşar şu dünyada.
Dünya defterini güzellikle kapatmak için çabalayarak kulluğunu bir adım öteye taşımaya talip olan kullardan olabilmek duası ile kıymetli dostlar…
Baki hürmet ve dua ile…