MEVLANA GERÇEĞİ KİTABI ÜZERİNE ÜMİT DOĞAN İLE TARİHE YOLCULUK
Kıymetli okuyucularım bu yazımızda sizlere kıymetli hocam Ümit Doğan ile “Mevlana Gerçeği” kitabı üzerine birçok soruya cevap bulmaya çalıştık…
Kitapla tanıtım bülteninden sorular:
- Mevlana Moğol ajanı mıydı?
- Nasreddin Hoca’yı Mevlana mı öldürttü?
- Ahi Evran ve Nasreddin Hoca aynı kişi midir
- Mevlana Türk müdür? Türklere bakışı nasıldır?
- Mevlana ve Şems’in kadınlara bakışı nasıldı?
- Mesnevi’deki müstehcen hikâyeler gerçek mi?
- Mevlana Mesnevi’yi Kuran olarak mı görüyordu?
- Mevlana ve Şems arasındaki ilişki Konya halkını neden rahatsız etmişti?
- “Ne olursan ol, yine gel” sözleri Mevlana’ya ait değil mi?
- Mevlana ile Ahi Evran arasındaki düşmanlığın sebebi neydi?
- Mevlana 15 yaşındaki evlatlığı Kimya Hatun’u 65 yaşındaki Şems’e mi nikâhladı?
- Mevlana’nın oğlu Alaeddin Çelebi babasını terk ederek Ahi Evran’ın hizmetine neden girdi?
- Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin arasındaki gerginliğin sebebi neydi?
Ümit hocam kitabının başlangıcını öğrencilik yıllarına dayandırıyor. Bu kitabın öyküsü öğrencilik yıllarıma kadar uzanır. Mevlânâ gerçeğiyle tanışmam üniversite yıllarında oldu. Daha ilk günlerde “Tarih adına size öğretilen ne varsa unutun, tarih sizin bildiğiniz gibi bir şey değil.” diyerek söze başlayan bir hocamız tarihte doğru bilinen yanlışlara dair birkaç örnek verdikten sonra sözü Mevlânâ’ya getirdi ve anlatmaya başladı. Yaşadığı dönemdeki siyasî ve toplumsal olayların tam ortasında yer alan Mevlânâ’nın Anadolu’yu istila eden Moğollarla işbirliği yapıp bağımsızlık taraftarı Türkmenlerin karşısında yer aldığından bahsetti. Moğol istilası Anadolu’yu kan gölüne çevirmiş, ardı ardına çok büyük Türkmen kıyımları yaşanmıştı. Türkmenler Moğol Hâkimiyeti altına girmek istemiyorlardı. Türkmen direnişinin bayrak kişisi ise Ahî Evran’dı. İşgal altındaki Anadolu’da, işgalci Moğolların yanında yer alan Mevlânâ ile Moğollara karşı Türkmen direnişin sembolü haline gelen Ahî Evran arasında düşmanlık vardı. Üstelik Ahî Evran’ın aslında güldürürken düşündüren fıkralarıyla hepimizin sevgilisi haline gelen Nasreddin Hoca’nın ta kendisiydi! Diğer taraftan, bize Mevlana’nın diye öğretilen tasavvufî sözlerin neredeyse hiç birisi Mevlânâ’ya ait değildi. Mevlânâ’nın evrensel hoşgörü mesajı olarak bildiğimiz meşhur “Ne olursan ol, yine gel.” bile Mevlânâ’dan asırlar önce yaşamış bir başka sûfînin sözleri idi. Pekiyi, ya Şems-i Tebrîzî? Mevlânâ’nın mürşidi Şems-i Tebrîzî boynuna çanlar ve boyalı kemikler takarak yarı çıplak dolaşan, saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, hatta kaşlarını bile usturayla tıraş eden, yemek bulursa karnını doyuran, elinde zembil köy köy gezen, davul ve borular çalarak tuhaf sesler çıkartıp dans eden, sürekli cezbe halindeki Kalenderîlere mensup bir derviş idi. Onun bu garip hallerinden ve Mevlânâ’yı kendilerinden almasından rahatsız olan Konya halkının baskısı sonucunda Şems şehri terk etmek zorunda kalmış, Mevlânâ’nın davetiyle geri dönmüş, bir süre sonra öldürülmüştü. Mevlânâ’nın oğlu Alâeddin Çelebi, Ahî Evran taraftarıydı. Şems cinayetinin sorumluları arasında gösterilmiş, Ahî Evran’la birlikte Konya’yı terk etmek zorunda kalmış, yine Ahî Evran’la birlikte Kırşehir’de Moğollar tarafından öldürülmüştü. Üniversite hayatımın ilk günlerinde yüksek dozda sıra dışı bilgiye maruz kalmak beni konuyu araştırmaya yönlendirdi. Her birisini evliya olarak tanıdığım tarihi şahsiyetlerin arasındaki siyasî mücadele epey ilgimi çekmişti. Büyük bir İslâm âlimi ve dünyanın kabul ettiği bir mutasavvıf olan Mevlânâ’nın Müslüman Türkmenlere karşı, putperest ve şaman inancına mensup Moğolları desteklemiş olacağına inanmıyordum. Ahî Evran, Hacı Bektâş-ı Velî ve Taptuk Emre gibi Türkmen kocaları Moğol istilasına karşı kenetlenmişken, Mevlânâ neden Moğol iktidarından yana tavır almıştı? Bu nasıl açıklanabilirdi? Mevlânâ ve Nasreddin Hoca gibi çok kıymet verdiğimiz iki büyük şahsiyetin arasındaki düşmanlığın sebebi ne olabilirdi? Hele Alâeddin Çelebi meselesi! Babası Mevlânâ’yı bırakıp, babasının baş düşmanı Ahî Evran’ın hizmetine girmiş, onunla birlikte öldürülmüştü. Cenazesi Konya’ya getirildiğinde Mevlânâ oğlunun cenaze namazını bile kıldırmamıştı. Bunların altında yatan ciddi gerekçeler olmalıydı. Bütün bu soruların cevaplarını aramaya ta o günlerde başladım. Anadolu Selçuklu Devleti tarihini detaylıca öğrenmeden olmazdı. Selçukoğullarının Anadolu’ya ne zaman, hangi şartlarda geldiklerini ve nasıl bir kültürle karşılaştıklarını araştırdım. Okumalarımı Anadolu Selçuklularının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî olaylarının yanında Selçuklu toplumunda tasavvufî unsurlar ve halk hareketleri üzerine yoğunlaştırdım. Anadolu’da neler yaşandığını, ne olup bittiğini öğrenmeye, tabir caizse 13. yüzyıl Selçuklu toplumunun fotoğrafını çekmeye çalıştım. Tabii okumalarım arttıkça karmaşık olaylar zihnimde sağlam bir zemine oturmaya, düğümler çözülmeye başladı. Diğer taraftan, Mevlânâ gerçeği hakkında kitap yazmak gibi fikrim yoktu. Meseleyi kendi zihnimde çözmüş, doğruya ulaşmıştım ve konu benim için kapanmıştı. Bu konuda kitap yazmaya karar vermemi sağlayan, sosyal medya hesaplarımdan Mevlânâ ve Ahî Evran meselesiyle ilgili yaptığım bir paylaşımın sonrasına yaşananlar oldu. Mesele beklemediğim kadar ilgi gördü, pek çok kişi Mevlânâ’yı, Ahî Evran’ı, Moğolları konuşur oldu, çok sayıda mesaj aldım. İnsanlar bu konuyu merak ediyorlardı. Onlarda, yıllar önceki bilgiye aç hâlimi görüyor gibiydim. Üzerinde uzun süre düşündükten sonra Mevlânâ konusunda bir kitap hazırlamaya karar verdim. Kitapta Mevlana hakkında merak edilen pek çok soruya cevaplar bulabilirsiniz. Örneğin okuyucular Mesnevi’deki müstehcen hikayelere inanmak istemezler. Bir İslam aliminin böyle bir konuyu açıklamak için bile olsa böylesi örnekler vermeyeceğini düşünürler. Bu konuda müstehcen hikayelerin sonradan uydurulduğu ve tamamının Mesnevi’nin yedinci cildinde toplandığı da iddia edildi ancak bu doğru değildir. Mesnevi’de müstehcen hikayeler vardır. Bunların önemli bir bölümü beşinci Mesnevi’nin cildindedir. Bu hikayelerin de yer aldığı Mesnevi tercümeleri defalarca basılmıştır. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da basılmıştır. Dolayısıyla bu hikayeler gerçektir. Mevlana hakkında ki bir diğer merak edilen konu Şems-i Tebrizi ile olan ilişkisidir. Şems Mevlana’nın hayatını Şems’le tanışmadan önce ve Şems’le tanıştıktan sonra şeklinde iki bölüme ayırmak mümkündür. Çünkü Mevlana Şems’in Konya’ya gelişinden sonra bambaşka bir kimliğe bürünmüş, medrese hayatını bırakmış, vaktinin çoğunu Şems’le sema ve halvette geçirmeye başlamıştır. Bu durum Konya halkının tepkisine neden olmuş ve Şems Konya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Kitapta yer verdiğim bir diğer mesele Mevlana’nın Moğollarla olan ilişkileri Ahi Evran’la mücadelesidir. Ahi Evran ve Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’yu istila eden Moğollara karşı direnmeyi seçerken –Ahi Evran bu nedenle Moğollar tarafından katledilmiştir- Mevlana Moğollarla iyi geçinerek kendisi ve yakınları adına bazı imtiyazlar elde etme yolunu seçmiştir.
Bu da çarpıcı bir detay Resul Bey:
Hacı Bektâş-ı Velî bir mektubunda Mevlânâ’ya “Ne iştesin, ne istiyorsun? Dünyada kopardığın bu kıyamet nedir? diye soruyor. Bir başka mektupta ise yine Mevlânâ’ya diyor ki:
Eğer aradığını buldunsa sus, bulmadınsa dünyaya saldığın bu gürültü nedir? Kendini insanoğullarının manzuru yaptın. Halkın bu kadar hanümanını (evini barkını) birbirine kattın.” Hacı Bektâş-ı Velî hakkında yazılan bir başka Menâkıbnâmeden Ahî Evran’ın savaşçı kimliğine dair bilgilere rastlıyor ve Moğol karşıtlığı nedeniyle şehit olduğunu öğreniyoruz: Ahî Evran padişah Kayseri’den debbağdı. Ulu Alâeddin onu Konya’ya davet eyledi. Sadreddin Konevî ilen muhabbeti ziyade idi. Takim onu Denizli’ye gönderdiler. Hacı Bekdeş kim Sulucaöyüğe gelince, o da Kırşehri’ne geldi. Çokça debbağlık yaptı. Tatar (Moğol) muhalifi olup savaşkan idi. Fütüvvet erbabının serveridir. Bu yüzden şehitlik şerbetin içti. Hünkar ile müsafahası, keramatı çokdurur.