Anasayfa > Köşe Yazıları  >  NEFES ALSIN YETER….

NEFES ALSIN YETER….



Evlatlarımız canımızdan ötedir. Onların kılına zarar gelse yüreğimiz bin parça olur. Özenle hazırlarız hayata onları. Büyümelerine şahit olurken nice kazanımlar edinmelerini sağlayarak hayatlarına pozitif dokunuşlar yaparız. Onları sağlıklı, güçlü, başarılı bireyler olarak görebilmek için çabalar dururuz. Çoğu zaman fark edemesek de bu çabalama bizim için büyük çok büyük şanstır. Çünkü evlatları için bu şansı elde edemeyen nice aileler var. İşte öyle ailelerden biri ile tanışma bahtiyarlığına eriştim. Bahtiyarlığına diyorum çünkü hiçbir beklentiye girmeden, evlatlarının geleceğinin olmadığını, yaşama şansının olmadığını bile bile canla başla onunla ilgilenen. Belki bir nefes fazla alsın diye varını yoğunu yollara döken yüce gönüllü anne ve babayla tanışmak bahtiyarlıktır… Çünkü evlatla imtihan en büyük imtihandır… Çünkü Allah herkesi evladı ile imtihan etmez… Ancak merhameti âli olan insanlara sunulan bir imtihandır bu… Belki çoğumuz “Şükürler olsun benim evladım öyle değil.” diyoruzdur. Tabi ki şükredebilmekte bir imtihan sorusudur. Ne de olsa verilen onca nimetin farkında olamayan nice kul var. Ancak yüce gönüllü olmak… Verdiği emeklerin karşılığını, dünya gözüyle evladında görememek, o gururu ahirete bırakmak her kulun harcı değildir. Bugün o yüce gönüllü insanların diliyle hemhal olmak isteyerek geldik huzurunuza.

       Bir kış günü ilk nöbetini geçirmiş evlatları. Çok korkmuşlar. Apar topar hastaneye yetiştirmişler ama hastanede dahi ayılması uzun sürmüş. O günden sonra bir sürü tetkik yapılmış. Hastane hastane gezdirmişler can parelerini, derdine deva bulabilmek için. Sonunda epilepsi olduğu teşhisi konulmuş. Tedaviye başlamışlar. Bir zaman sonra yine çoğalmış nöbetler. Her nöbet diğerinden ağır geçiyor, nöbet bitene çocuklarının acısı dinene kadar onlar da ağlıyorlarmış. Araştırma hastanelerine getirmişler. En son haber dünyalarını başlarına yıkmış. Halk arasında beyin felci olarak bilinen rahatsızlık evlatlarının vücuduna çoktan girmiş, bu nöbetler onun sinyalleriymiş. Önce konuşması bozulmuş. Aile konuşma terapilerine getirmiş bu sebeple ama bilemiyorlarmış nedeninin bu melun hastalık olduğunu. Doktor konuşurken anne ve babası yüreklerini ateşe atarak dinlemişler… Başlarından kazanlar dolusu kaynar sular dökülmüş sanki… Doktorun sesi yankılanarak gelmiş kulaklarına…

“Bu rahatsızlık kendini aslında daha küçük yaşlardan itibaren göstermeye başlar. Sizin şansınız varmış bu yaşa kadar kendini göstermemiş. Çocuğunuzun beyni gittikçe fonksiyonlarını kaybedecek. Beyin fonksiyonlarını kaybettikçe çocuğunuz bazı şeyleri yapamamaya başlayacak. Önce konuşması, yürümesi, görmesi yavaş yavaş gerileyecek. Yutkunmakta, uyumakta zorluk çekecek. Bunlar için bile ilaç kullanmak zorunda kalacaksınız. Bir süre sonra tamamen yatağa bağlı kalacak. Ömrü ne kadardır biz bilemeyiz. Ama bu tür vakalarda olan insanların ortalama insan ömrü kadar yaşaması sık rastlanan bir durum değil.” Bir annenin bir babanın yüreğini bu acıdan daha fazla ne yakabilir? Uğruna nice emekler verdikleri, gelecek hayalleri kurdukları evlatları gün be gün gözlerinin önünde eriyecekti… Ve onların elinden dua etmekten başka hiçbir şey gelmeyecekti…

       Doktorun dediği gibi de olmuş. Gün gün kaybolmuş emekleri. Yürümekte zorlanmaya başlamış artık can pareleri. Yürüyen bir oyuncak bebeği varmış onu görünce hüzünleniyormuş. Bir gün fırlatıp atmış oyuncağını, “O yürüyor ben yürüyemiyorum.” Diyerek… Oyuncağı saklamış annesi hemen. Diğer çocuğuna da tembih etmiş “Bu bebekle oynayacaksan başka odada oyna,” diye. Tarifi imkânsız acıların içindeyken mücadele etmiş aile hastalıkla. Ne kadar mücadele etseler de hastalık alacığını alıp öyle atlatmış zamanı. Günleri mücadele ve acı içinde geçmiş. Şimdi can pareleri tamamen yatağa bağlı. Yemekte, uyumakta zorlanıyor. Gözleri görmüyor. Ama yine de güzel olanlara bir şekilde tepki veriyormuş. Halâ anne ve babasının göz bebeği…

       Anne diğer evlatlarını parka getirdiğinde onu tanıyan bir bayan, “Artık size de zor. Allah tecellisini göstersin hayırlısıyla.” diyerek bir anneye en ağır gelecek bir imada bulunmuş. “Siz ne diyorsunuz hanımefendi. Evladım benim o. Ona bakmak bana bir an zor gelmedi. Bir kere “Of” demedim ona bakarken. Nefes alıp verse bile bize yeter. Tek ağır gelen şey, o acı çekerken hiçbir şey yapamamak. Sizin beni anlamanız mümkün değil. Siz evlatlarınızdan başarı bekliyorsunuz. Biz ise “Nefes alsın, var olsun yeter.” diyoruz. Sizin bizi anlamanız mümkün değil. Hiç anlamayın da inşallah. Allah hiç kimseyi evladının acı çekmesini seyretmek zorunda bırakmasın. Biz onu diğer evlatlarımızdan hiç ayırmadık. Diğer evlatlarımıza ne aldıysak ona da aldık. O yatıyor, gezemiyor demedik. Çiçek gibi baktık can paremize. Hafta da iki kez yıkarız. Şimdi gidebilseydi orta okulda olacaktı. Olsun sağ ya nefes alıyor ya.” Yüreği yaralı anne konuşmasını bitirirken parktaki bayan başka bir hata daha yapmış. “Neden haftada iki kez yıkıyorsunuz? Nasıl olsa yatıyor çok yorulursunuz, iki haftada bir yıkasanız da yeter.”

“Bu sıcaklarda iki haftada bir yıkanın siz de o zaman hanımefendi.” Demiş, yüreği kanayarak…

      Biz bilemeyiz!.. Evladıyla imtihan olan insanların yüreklerindeki yaranın derinliğini anlamak ancak aynı derdi yaşayanların yapabileceği bir şeydir. Ama anlayışlı olmak elimizde. Lütfen konuşmalarımıza dikkat edelim. Giyip dolaşmadığımız ayakkabı hakkında yorum yapmayalım. Kimse sınanmadığı imtihanın doğru cevabını bilemez. Onun için başkalarının özellikle de evlatlarının acılarıyla imtihan olan insanlara karşı sırf yorum yapmak için konuşmayalım. Toplum olarak destek olmamız gereken yerde, gereksiz teselliler ve yorumlar ile insanların yaralarını acıtmamaya özen gösterelim.

       Allah merhameti âli olan insanları evladıyla imtihan edermiş. O insanların yüreklerindeki merhamete saygı duymak belki de onların yaralarını saracak en iyi ilaçtır. Merhameti âli olan insanlara saygı, sevgi ve hürmetlerimizi sunarız.

Saygılar, sevgiler.


Sıradaki Habere Kaydır