Anasayfa > Köşe Yazıları  >  NEREDEN NEREYE?

NEREDEN NEREYE?



Nereden nereye? Ne çok sorar olduk artık bu soruyu. Az önce ofisin kapısından yaşlı bir kadın girdi. Dua etmeye başladı. “Allah razı olsun, Allah çoluğuna çocuğuna bağışlasın, Allah daha çok versin. “Bunun gibi güzel dualar. Dua o kadar kıymetli ki. Sırf Allah’ın rızasından bahsetti diye istemese de verirdim eskiden. Ama o kadar çok kandırıldım ki… Duasının bitmesini “amin” diyerek bekledim. Beklerken de iyice yüzüne, haline, tavrına baktım. “Acaba gerçekten ihtiyacı var mı?” Sorusunun eşliğinde. Bakarken de dua ettim. “Allah’ım gerçekten ihtiyacı var ise içime yardım etme isteği ver.” Diye. Çünkü gerçekten ihtiyacı varsa, kötü olan ben oluyordum. Bunları düşünürken kapıdan çıktı. O çıkarken halâ ‘acaba’ sorusu beynimi kemiriyordu. Bir an “Bu sorunun beynimi kemirmesindense kandırılmak daha iyidir.” diye düşündüm. Yerimden kalkarken gözüm cama ilişti, iki adım ötede yoldan geçen birinden de isterken görünce rahatladım. “Gerçekten ihtiyacı olsa, yoldan geçenden isteyemezdi.” diye düşündüm. Suçluluk duygusundan kurtuldum kendimce.

Geçen yıl Ramazan ayının ortalarında yaşayıp not aldığım, dile getirmeden duramadığım bu olay gibi nicelerini günlük hayatta yaşıyoruzdur çoğumuz. Yaşıyor ve vicdanımız ile aklımız arasında acımasız yolculuklara çıkıyoruzdur. Her yaşadığımızda bizi ikilemlere atan, vermenin manevi ruhunu öldüren, gerçek ihtiyaç sahiplerinin hakkına giren ve girdiren bir durum bu. Gün geçtikçe de çirkinleşmekte…

Girdiğimiz Ramazan ayının ilk günleriydi. Kırklı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir kadın girdi ofise. Sırada bekleyen müşteriler olduğu için göz ucuyla bakarak, “hoş geldiniz” deyip işime devam edecektim ki; “Allah rızası için” diye başlayan cümlelerle dua etti. Duasını seri ve ezbere etti. Halindeki rahatlık hiç hoşuma gitmemişti. Gitmemişti ama her seferinde olduğu gibi vicdanın ve aklın arasındaki acımasız, dikenli, yürüdükçe can yakan yola fırlatıvermişti bu olay beni. Duygularım o yolda can çekişirken, bir taraftan da “Acaba gerçekten ihtiyacı var mı? İhtiyacı varsa ve vermez isem hakkına girer miyim? İhtiyacı yoksa kandırılmış mı oluyorum? Bu bir imtihan mı? Vermez isem imtihanı kaybeder miyim?” sorularla mücadele ediyor ve müşterileri bekletmemek için işimi yapmaya çalışıyordum. Aklım ve vicdanım arasındaki dikenli yolu canım yansa da bu soruların kıskacında defalarca gidip geldim. Çok şükür müşterilerden biri yirmi lira vererek beni dikenli yoldan kurtardı diye sevinirken, kadın bana yönelerek, tekrar fırlattı dikenlerin içine ruhumu. Gözlerinin içine bakıp başımı sağ tarafa yatırdığımda, veremeyeceğimi düşünerek hızlıca çıktı ofisten. Çıkarken kapının çarpma sesiyle ruhum irkildi. Canım yandı. Bilemiyorum belki sinirlenip çarptı o kapıyı belki elinden kaydı belki de rüzgârın etkisiyle kendiliğinden çarptı. Ama o ses titretti yüreğimi. “Ya bütün kapılar kapanırsa!” cümlesi yankılandı beynimin bütün hücrelerinde, korkulara salarak…

Bir çoğumuz isteyip geçen dilencinin ardından bu ve buna benzer düşüncelerle huzursuzluk yaşıyoruzdur. Onlar isteyip geçerken, çıkamadığımız ikilemlerin içinde buluyoruzdur kendimizi çoğu zaman. Dinimiz ihtiyaç sahibi olmadan dilenmeyi haram kılarken, zekât gibi sadaka gibi toplumun ekonomik yapısını dengeleyen, zengin fakir uçurumunu önleyen çözümler getirmiştir. Bu çözümleri hassasiyetle uygulayan, kimin ihtiyaç içinde olduğunu sezdirmeden gözlemleyen, belki gözden kaçanlar olmuştur diye sadaka taşları oluşturulan, sadaka taşlarından ihtiyaç sahiplerinin ancak ihtiyacı kadar aldığı toplum yapısından; komşumuzdan bihaber yaşadığımız, aynı mahallede hatta aynı binada oturup da halini sezemediğimiz, insan ilişkilerimizde kocaman boşluklar oluşturduğumuz, o boşlukları vicdanları sömürenlerin doldurmasına ses çıkaramadığımız toplum yapısına ne ara dönüştük? Nereden nereye düştük? Buna birçok sebep göstermek mümkündür. En büyük sebep ise insan olarak birbirimizden uzaklaşmamız ve bağlarımızı koparmamızdır. Şöyle bir bakalım kendimize… Selamı sabahı keser olduk. “Halin nicedir?” diye sormaz soramaz olduk. Onun yerine, “Nereden nereye?” sorusunu dilimize dolayıp, gayret sarf etmeden öylece durduk…

Aslında tek suçlu ihtiyacı olmadan isteyenler değil. Onlara bu boşluğu oluşturduğumuz için en az bizlerde onlar kadar suçluyuz. Allah kimseyi istemek zorunda bırakmasın. İstemeden ihtiyaç sahibini gözetip ihtiyacını gideren toplum yapımıza yeniden dönebilmeyi nasip etsin. Hayırlı Ramazanlar.

Saygılar, sevgiler.


Sıradaki Habere Kaydır