O HİÇ BOŞ DURMAMIŞ…

Koskoca evrende ufacık yer kaplayan insanız biz… Yıldızlara, galaksilere, dünyaya, denizlere, dağlara kapladığı ufacık yerden bakan insanız biz… Bırakın galaksileri, yıldızları, dünyayı, denizleri, dağları, ufacık bir tepenin yanında bile nokta gibi görünen insanız… Ummanları isteyen ama ufacık bir derede boğulan insanız biz… Gördüğü ne varsa ona hükmetmeyi istemekten vazgeçmeyen insan… İçinde bin hırs biriktiren insanız biz… Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerif’lerinde, insanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister, buyuruyor. İnsanoğlunun hırsının boyutunu vurguluyor. Bu hırsı durdurabilmenin tek yolu kalbimize Allah (c.c)’ın sevgisini yerleştirerek kanaat etmek. Bunun için önce güçlü bir imana, sağlam bir iradeye ve bol bol duaya ihtiyacımız var. Çünkü Allah’a sığınmadığımız her an kendimizi, o büyük hırs denizinde yutulacağımızı bile bile kulaç atmaya çalışırken buluruz. Beyhude çabalar içerisinde ömür sermayemizi ahiret yatırımı yapamadan harcar gideriz. Allah muhafaza.
Ufacık bir kâr uğruna türlü türlü zahmetlere giren, daha çok kazanmak uğruna en yakınının kalbini kırmaktan zerre kadar çekinmeyen, topluma faydam dokunsun düşüncesinden çok ‘nereden nasıl fayda sağlayabilirim’ düşüncesine kafa yoran ya da yaptığı yardımları reklam ederek itibar kazanmaya çalışan, bitip tükenmek bilmeyen çeşit çeşit hırslarımızın altında ezilen maneviyatımıza aldırış etmeyen insanlar haline geldik. Biz ne zaman bu hale geldik? Hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmeyi bıraktığımızdan beri bu hale doğru hızlıca yuvarlandık. Asıl korkmamız gereken, aynı hız ile daha aşağılara yuvarlanmak olmalıdır. Allah korktuklarımızdan emin eylesin.
Hayatın içinden ufacık örnekler vermek istiyorum hırslarımıza dair. Hiç önemsemediğimiz ufacık örnekler…
Cadde üzerinde yürüyorduk. Önümüzden yanında çocuğu ile bir bayan ilerliyordu. Az sonra çocuk annesini çekiştirerek susadığını söyledi. Kaldırımın kenarında su satan, on iki ya da on üç yaşlarında bir çocuğu göstererek, tekrarladı su isteğini. Hanımefendi su satan çocuğun yanına yaklaşıp suyun fiyatını sorma gereği bile hissetmeden cevabını verdi çocuğuna. “Şimdi bu çocuk pahalı satar suyu. Caddenin sonunda market var oradan alırız.” Dedi. Hanımefendinin bu sözünden sonra kendimi bir an için çok müsrif buldum. Çünkü defalarca yol kenarında su satan çocuklardan su almışlığım vardı. Cadde boyu ilerlerken bu düşünce bırakmadı peşimi. Sonunda benim müsrif değil kadının cömert olmadığı kanısına vardım. Ne de olsa insanoğluyuz üzerimizde suç bırakmayacağız ya böyle akladım kendimi. Latife bir tarafa. Bir şişe suyu yolun kenarında su satan çocuktan değil de marketten aldığımızı varsayalım. Ne kadar kâr elde edeceğiz? Üç lira en fazla beş lira. Belli ki o çocuk ihtiyacı olduğu için kaldırım kenarında su satıyor. Yoksa hangi çocuk oyun oynamak varken kaldırım kenarında su satar. Bırakın kâr etmeyi, ihtiyacı olduğu için çalışan bir çocuğa yardım etmek bizim insanlık görevimizdir. Bırakalım o da kazansın. Bizim kârımız da ahirete yatırım olsun. Suyu almayan hanımefendi öte yandan kendi evladını kaldırımın sonuna kadar susuz bıraktı. Ufacık bir kâr uğruna türlü türlü zahmetlere giriyoruz, derken bunu kastediyordum.
Sadece bu değil ki, bizler ufacık kârlar uğruna daha neleri neleri bıraktık kim bilir? Hiç dikkatinizi çekiyor mu bilemiyorum. Eskiden caddelerde, sokaklarda ayakkabı boyacıları çok vardı. Şimdilerde yılda bir ya da iki defa denk geliyorum bu boyacılara. Oldukça azaldılar. Evet çok kişi artık rahatlığı sebebiyle spor ayakkabısı giyiyor. Ancak azalmalarının tek sebebinin spor ayakkabısı olduğunu sanmıyorum. Ayakkabı boyacılarına para vermemek için bilemiyorum belki de başka sebeplerden dolayı evimize ayakkabı boyaları aldık. Kendimiz boyuyoruz ayakkabılarımızı. Kâr ediyoruz…
Ortaokula gidiyordum. Babamın ayakkabısını böyle bir boyacıya boyattığına şahit olmuştum. Bizim evimizde de ayakkabı boyası vardı. Kendimiz boyuyorduk. Bu sebepten dolayı merak edip babama sordum. “Bizim evde ayakkabı boyası var. Neden bu çocuğa boyattın baba.” Dediğimde, o zaman anlayamadığım ama ruhuma işlediğini büyüyünce fark ettiğim cevabını verdi.
“Küçük yaşına rağmen ayakkabı boyuyor. Demek ki ihtiyacı var. Para kazansın, sevinsin diye boyattım. Hem şimdi para kazansın ki hevesi kırılmasın. Çalıştığı zaman kazanabileceğini bilsin. Çalışma isteği artsın diye verdim.” Dedi. Buna benzer daha çok güzelliklerine şahit oldum rahmetli babacığımın. Her bir güzelliği ahiret sermayesi olsun inşallah. Mekânı cennet olsun.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği derttir. Buyurmuştur bir Hadis-i Şerif’lerinde. Yapılan hiçbir cömertlik ve iyilik boşa gitmiyor kıymetli dostlar. Rahmetli babacığım vefat ettiğinde, namazının kılındığı Ulu Camii’nin yanında evi olan bir tanıdığımız namazından günler sonra “Hiç üzülmeyin. O hiç boş durmamış. Hep gönül kazanmış. Kazandığını ahirete taşımış. Bu cemaati buraya toplamak kolay değildir. Yıllardır böyle kalabalık cenaze namazı görmedim.” cümlelerini söylemiş anneme. “O hiç boş durmamış.” Cümlesi bir ömrün özeti aslında. Bu özet bize çok güzel bir örnek. Çok güzel bir rehber…
Allah hepimize hayırda yorulanlardan, gönül kazananlardan, yemeği şifa olanlardan olabilmeyi nasip estin.
Saygılar, sevgiler.