SARI ÇİÇEKTEN MOR CEPKENE HAL DİLİ

Ezberleyebildiği kadar türkü ezberlese kişi, her fırsatta söylese türküsünü anlatabilir mi halini? Ya da en güzel cümleleri kursa, konuşsa konuşsa anlayan olur mu halinden? Derdini, neşesini dile getirmeye yeter mi tüm bunlar? Kaç kişiye duyurabilir meramını? Bu soruların cevabını net olarak verebilmek mümkün değildir. Ancak türküden, sözden, sorudan çok daha etkili, muhatabına tek bir hamle ile anlatılmak isteneni tam manasıyla anlatan bir dil vardır. Sayfalar dolusu cümlenin anlatmak istediğini bir çırpıda anlatıveren hal dili…
Alışveriş yaparken muhatabına gayet kibar davranan, sesinin en güzel tonu ile konuşan bir genç gördüm. “Maşallah, ne kibar, edepli bir genç.” Diye düşünürken, gencin telefonu çaldı. Az önceki ses tonunun yerinde fırtınalar koptu, olabildiğine sert bir şekilde, “Söyle anne” derken. “İşim bitince geleceğim. Arama beni demedim mi kaç kere? Bir de laf söylüyorsun.” Diye kapatırken telefonu, fırtına tufana döndü, sesi çirkinleştikçe çirkinleşti. Sanki az önce annesiyle edepsizce konuşan o değilmiş, çevresindekiler onu duymamış gibi annelere böyle davranmak çok normalmiş de başkaları anneden çok daha değerliymiş gibi tekrar bütün kibarlığını takınarak, muhatabına en güzel ses tonuyla hitap edip alışverişine devam etti. Bu halde bir yanlışlık vardı. Elbette ki insan muhatabına güzel ve kibar davranmalı. Ama o nezaketi dünya üzerinde en çok hak eden kişiler, Allah-u Tealâ’nın yüce kitabında “Öf bile demeyin.” dediği anne ve babalar olmalı ve en güzel onlara davranılmalı, en güzel cümleler onlara söylenmeliydi.
Gencin bu hali çok şeyler anlatıyor, toplumun yapısı hakkında. Hep güzel davranışların kötülerden daha çok anlatılmayı hak ettiğini düşünürüm. Yine öyle ama bu çocuğun hal dili, hepsi olmasa da -çok şükür- toplumun bir kesiminin değerler konusunda sıkıntı yaşandığını, en çok saygı duyulması gereken anne ve babanın gerilere atıldığını anlatıyor. Davranışlarda edebin, ferasetin, zarafetin giderek azaldığını ve yozlaşmaya doğru sürüklendiğini gösteriyor. Oysa böyle değil geçmişimiz. Bu kadar sığ değil hallerimiz. Hal dilimizin kelimeleri bu kadar yetersiz, değersiz değil. Çiçeğe, çiçeğin rengine, kapının tokmağına, ayakkabının duruşuna, mor cepkene sayfalar dolusu mana yükleyen bir geçmişten geliyor edebimiz, ahlakımız. Bunları anlatmalıyız unutan, hatırlamazsa yozlaşmaya sürüklenecek olan, anne ve babalarına bağırmaktan çekinmeyen neslimize. Unutursak hassasiyetlerimizi, başkalarının dilini konuşur halimiz. Hal dilimiz bizim olmayanları anlatıverir, örnekte olduğu gibi.
Unutturmayalım, evde hasta biri varsa pencerenin önüne sarı çiçek konulduğunu. O sarı çiçeğin anlattıklarını dinleyerek, sokaktan geçenlerin hastayı rahatsız etmemek için sessiz olduğunu, gösterdiği hassasiyeti… Yoğurtçuların, sütçülerin, sucuların, bozacıların daha nicelerinin o sokaktan geçerken, sarı çiçeğin hal diliyle sustuklarını… Unutturmayalım, pencerede kırmızı çiçeğin olduğu evin önünden daha edepli geçilmesi gerektiğini. O evdeki gelinlik kızın rahatsız olacağı söz ve tavırlardan sakınıldığını, o muhteşem saygıyı… Kırmızı çiçeğe bakıp o eve kız istemeye gelen damat adayının pantolonunun dizlerine bakıldığını. O dizlerin hal dilinin ‘namazı’ anlatıp anlatmadığını… Unutturmayalım kapı tokmaklarının bile edeple konuştuğunu… Misafirin çıkarken asla ev sahibine arkasını dönmediğini… Misafirin ayakkabısının ön tarafının eve dönük olması gerektiğini. Bunun “Gitsen de yine gel.” Demek olduğunu… Unutturmayalım, eşlerin birbirlerine ‘bey’, ‘hanım’ diye hitap etmelerinin evdeki saygı ortamının muhafızı olduğunu… Unutturmayalım, büyüğe gösterilen saygının, küçüğe sunulan şefkatin ne kadar önemli olduğunu…
“Bu devirde bunları uygulayan mı kaldı? Hem birebir uygulamak çok zor bunları.” Diyenler olabilir. Pek tabi bazıları bire bir uygulanmaz. Tabi ki çağımız farklı. Lakin her çağda saygı, sevgi ve hürmet değişmeyen duygulardır. Gösterildiğinde karşısındakini mutlu ve değerli hissettirir. İnsan değer gördüğüne değer verir. Hal diline verdiğimiz bu örnekler adabı muaşeret kurallarından ilk aklımıza gelenler sadece. Bu örneklere yüzlercesini eklemek mümkün. Bu kurallar bizim hal dilimizi güzelleştirir. Bir de derdini sıkıntısını anlatmak için töre haline gelmiş hal dilleri vardır. Bunlardan ilk aklıma gelen, Yörüklerin mor cepken töresidir.
Yörüklerde, bir kız evleneceği zaman çeyiz bohçasına mor cepken konurmuş. Gelin olan her genç kız ne anlama geldiğini ne için ne zaman giyileceğini bilirmiş mor cepkenin. Eğer kadın kocasından şiddet görüyorsa, aldatılmışsa, hayati tehlikesi varsa bu mor cepkeni giyer, köyün meydanına otururmuş. Bunun manası, “Kocam dayak atıyor, aldatıyor, huzur vermiyor, gibi nedenlerden boşanmak istiyorum.” demekmiş. Hanımı mor cepken giyen adam ile obada kimse konuşmaz, sözü dikkate alınmaz, karısı mor cepken giyen adam boşansa bile bir daha ona kimse kız vermez, insan içine dahi çıkamaz hale gelirmiş. Adam hanımını mor cepkeni çıkartmaya ikna etti ise ne ala edemediyse hali harap olurmuş. Obada mor cepkenin toplumsal yaptırımı aile düzenini koruyup, kadına şiddeti de önlermiş. Kadın günlerce anlatamayacağı derdini mor cepkenin hal diliyle aynı anda bir çırpıda bütün obaya anlatabilirmiş.
Toplumumuzun nadide geçmişinde bağırmak, hele de anne ve babaya bağırmak herkes tarafından kınanan, kınandığı içinde yapılmaktan haya edilen davranışlardandı. Bunun gibi birçok davranışın haya ölçüsünde yapılma isteği neticesinde, sarı çiçekten mor cepkene mana yükleyerek hal dilleriyle anlatmışlar dertlerini ecdadımız. Çok konuşmanın ayıp, çok konuşanın boş sayıldığı o dönemlerde, hak ettiği yeri almıştır sarı çiçekten mor cepkene hal dili. Günümüzde de hal dili ile kelam edebilmek, çağımızın ihtiyaçlarına uygun hal dilleri ile hemhal olabilmek, yozlaşma tehlikesinden neslimizi koruyabilmek dileği ve duasıyla.
Saygılar, sevgiler.