TERCİH

Etrafını uzun uzun ve sessizce izledi.Hem huzur,hem kırgınlık, hem umut …Aynı bakışlara sığarmış,gözlerinde gördüm. Sessizce oturdu,iskeleden ayaklarını sarkıttı denize.Başını kaldırıp yüzüme baktı, otur diye işaret etti.Susuyorduk…Belki de sessizce daha çok konuşuyorduk.
Yüzüne yerleşmiş derin çizgilerden süzülen göz yaşlarını silerken bile tebessüm etmeyi nasıl başarıyordu bilmiyorum,ama onu herkesten ayıran en harika özelliği bu olmalıydı. “Mü’minin hüznü kalbinde,tebessümü yüzündedir” hadisinin can bulmuş hâli idi.
“Evlât” dedi usulca…Sessizce yüzüne bakıyordum.”Acziyetini bilmenin, Hakka sığınmanın,Ondan daha güvenli bir alanın olmadığının ispatıdır bu yaşlar. Hüzün değil bilakis mutluluktur,samimiyettir.Çünkü beni benden iyi bilene ‘sana geldim yaralarımı sarar mısın?’ diyebilmektir.”dedi.
Çok güçlü, bir o kadar da tevazu sahibi biriydi.Yıllardır tanırdım ve her anı nezaketin tezahürü idi.Gülüşü,konuşması, oturup kalkması hatta öfkesi ve kırgınlığı bile insanı hayran bırakırdı.Nasıl başarıyor artık biliyorum;önce kendini,sınırlarını iyi tanımış ,öğrendi ya da birileri dedi diye değil gönülden Hakka bağlanmıştı.Bu teslimiyeti idi onu güçlü kılan…Allah rızasından başkası için bir işi asla üstlenmez,basit işleri bile tartarken “kulluğuma mı,insanlığıma mı yararı var?” diye düşünürdü.
Dünyanın ve dünyada bulunuşunun anlamını idrak etmiş bir kulun kaybetme ihtimali var mıydı ki!
-.Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?” (İbn-i Atâillah el-İskenderî, Şerhü’l-Hikemi’l-Atâiye, s. 208)
“Kimi zaman imtihanı farkediyorum.Ancak acziyetimi,nefsimi de biliyorum. İçinden çıkacak takatı kazanmak için önce acziyetimi itiraf yaşları bunlar… Bana beni hatırlatıyor.Allah’ın yardımı olmadan ‘hiç’ olduğumu hissediyorum tüm iliklerime kadar…Sonra da o hiçliğin, teslimiyetle dünyaya karşı nasıl bir güç olduğunun farkına varıyor ve yeniden ‘Bismillah’ deyip başlamak için sıvıyorum kolları” dedi o tatlı tebessümüyle…
“Ne oldu?” diye sormaya haya ederdim,anlatırsa dinler, anlatmadan böyle söylerse de günlük dersini öğrenen çocuk misâli içimden tekrar ederdim.
Onu tanımış olmak hayat ve insanlık dersi idi benim için…Dost,arkadaş, çevre seçilebilen ve irademize bağlı birşeydir.Bu nedenle o,en kaliteli mücevher dükkânının nadide bir parçası gibiydi benim için…
Derler ya ; insan çevresindeki beş kişinin ortalamasıdır diye.Okuduklarının,takip edip beğendiklerinin,zaman ayırdığı kişi ya da işlerin de ortalamasıdır.
İnsan cinsiyetini,fiziksel özelliklerini,ebeveynini yani doğumla gelen özelliklerini seçemez. Fakat arkadaşını, çevresini, eşini, hayat tarzını kendi cüz’i iradesi ile imar eder.Tercihimiz kaderimiz olur.Mutlu bir çocukluk geçiremeyen ve bu yükle yaşamaya çalışanlara hep şunu söylüyorum:
“O senin hayatının çocukluk dönemine aitti.Şimdi artık yetişkinlik devrindesin.Geçmişten öğrendiğini cebine koyarak bu gününü imar et.”
İnsan bazı yaşadıkları ile yapması/olması gerekeni öğrenirken,bazen de yapmaması/olmaması gerekeni öğrenir. Bu sebeple bunlar birer hayat dersidir.Kendime soracağım sorum; ” Ben ne olmak istiyorum?” olmalı.
İyi bir insan,iyi bir kul,iyi bir örnek, iyi bir ebeveyn,iyi bir arkadaş,mesleğinde duayen,insan ilişkilerinde samimi vs….
İstediğim şey ve yaşadığım hayata bakmam gerek.Aynı düzlemde mi?Hayat stratejim arzuladığım sona yürümemi sağlıyor mu?
Tevbe kapısının son nefese kadar açık olmasının bir hikmeti var elbet.Zira kul durağan bir varlık değildir. Zaman zaman koşarak ilerler dünya denilen imtihan alanında. Zaman gelir tökezler,ayağı kayar ve hatta yuvarlanıp yoldan aşağı düşebilir. Tüm marifet nereye koştuğunu hatırda tutmak!Yuvarlanıp düştüğümüz yola bakıp; “biraz da buradan yürüyeyim, fena görünmüyor” demek yerine,çizdiğimiz yola tekrardan azimle geri dönebilmek tüm mesele…Bazen başka yolları keşfedebiliriz,bununla birlikte sonunun aynı yere ulaştırır ulaştırmayacağını düşünerek karar vermek gerek.
Suratsız, kaprisli, çözümden uzak,kaba,emanete sahip çıkmayan biri olup, Müslüman (!) olduğunu iddia etmek, tıpkı yuvarlanılan yolun seçilmesi gibi bir durum…Öyle hayatlara şahit oluyorum ki; “din bu değil” diyorum.Zira Hz.Ömer ;
” İnandığınız gibi yaşamazsanız,yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” buyuruyor.
Şöyle bir gözden geçirmeli hayatımızı, bütünüyle…Hangi tavırlarımız iman ettiğimiz, son ve hak din olan “İslâm” dinin sınırları dışında kalıyor? Önce nefsimizi keşif ve ardından hayatımıza karışan çakıl taşlarını temizlemek şart…Yaratıcı ile bağını sağlam tutmaya çalışan kul da ,”dünyaya bir kere geldik” zihniyetine sahip insan da tercihleri ile yaşıyor.Tercih ettiği yolun izlerini taşımaya başlıyor.
Nefsin arzularına uyup,kılıfa uydurduğumuz ne varsa onları terk etsek kâfi.
Dünya sadece üç gün!Dün geçti, yarın meçhul,an bu an…Mevcut şartları değiştirebilmenin en kolay yolu; bakış açısı esnekliği, gönül genişliği, temiz niyet ve güzele adım atmak…
Dünyadaki imtihanımız son bulduğunda,güzel bir imza atarak iz bırakacak kulca bir ömür duası ile…(Amin)
Baki hürmet ve dua ile kıymetli dostlar…