TOPLUM RUHUNDA ÂDÂB-I MUÂŞERET

Nezaket cümlelerinin hâkim olduğu, sükûnette bile derdimizi, dileğimizi kırmadan, incitmeden anlatabildiğimiz bir ortam düşünün. Böyle bir ortamda kargaşadan, hengameden bahsetmek mümkün olabilir mi? Hal dilinin en üst seviyede olduğu, sözcüklerin ise temenni ve nezaketlerle süslendiği bir dönemin tanığı olmak ne kadar güzeldir kim bilir. Bizler o dönemlerin tanığı olamadık. Bizim hissemize alelacele yaşanan, duyguları sindirmeye, hâl dilini anlama gayretine düşmeye kimsenin vakti olmadığı bir dönem düştü. Şimdilerde ‘nezaket’ diye adlandırdığımız hal ve tavırlar Osmanlı zamanında toplum kuralı sayılırmış? Öyle ki halkın içinde bu kuralları uygulamayanların sayısı oldukça azmış. Yolda yürümenin bile adabı varmış. Sokaklar tertemiz, insanlar saygı dolu… Yolda yürürken yere tüküren birini görmek imkânsız gibiymiş. Sokakta yürürken yere tükürürken görülen bir insanın mahkemelerde şahitliği kabul edilmezmiş. Mahkemede şahitliği kabul edilmeyen insanın tahmin edersiniz ki toplumda itibarı olmaz. Yolda, küçük asla büyüğün önünden yürümez, yol verirmiş. Bir sokaktan geçerken pencerelerin kenarlarındaki çiçekler edebe davet edermiş sokaktakileri. Penceresinde sarı çiçek olan evin önünden sessizle geçilirmiş ki evde ki hasta rahatsız olmasın. Penceresinde kırmızı çiçek olan evin önünden de edeple geçilirmiş ki ev de bulunan genç kıza saygısızlık olmasın. Kapılarında ay yıldız olan evlerin önünden geçerken dua edilirmiş. Çünkü o evden hac vazifesini yapmak üzere kutsal topraklara gidenler var demekmiş bu. “Allah gitmeyenlere de nasip etsin.” Duaları yükselirmiş o evlerin önünden geçerken. Sokakta verilen her selam alınırmış. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in selam üzerine hadisine istinaden. Selam yayıldıkça sevgi yayılırmış sokaklara, mahallelere…
Sokakta yürümenin bile adabına dikkat eden bir toplumda büyüyen çocuklar aynı adabı karakterlerine işlemenin güveniyle büyürler. Bugün sokakta küfür eden çocuklara şahit olmanın verdiği acıyı tarif edemem kıymetli dostlar. Sokaklarda küçücük çocukların ağzından küfür ve argo kelimeler duymak sizin de canınızı yakıyor mu? Yıllar geçtikçe ruhlarımızdaki hassasiyet kaybolduğu gibi sokaklarımızdaki adap da varlığını nahoş hal ve tavırlara bırakmaya başlamış. 1960 ‘lı yıllarda yetkililer bu değişimi derinden hissetmiş olacaklar ki okul müfredatlarına adabı muaşeret dersleri konmaya başlanmış. Derslerde okutulması çok güzel ve etkili tabi ki ancak çocuklar okulda öğrendiklerini uygulama alanı bulamazlar ise öğrendikleri yavan bilgiden öteye geçemez. Teknik bilgiler üzerine eğitim alanlara uygulamalı staj yapma zorunluluğu var. Toplumsal etkisi olan bir derste sokak o dersi gören öğrencilere uygulama yapabilecekleri alan olmalı. Bildiğim kadarıyla günümüzde müfredatlar içinde adabı muaşeret dersleri yok. Yerini koruyacak başka dersler var mı bilmiyorum. Ancak bazı okullarda değerler eğitimi üzerine oldukça fazla durulduğuna, projeler ile desteklendiğine şahit oldum. İşte okulların yapmaya çalıştıklarına sokakta uygulama alanı açmak ise toplum olarak bize düşüyor. Bazen yolda yürürken büyüklerin önüne geçmemek için gayret gösteren gençler görüyorum. Çok güzel örnekler. Fakat çok daha fazla örneklere ihtiyacımız var toplumun güzelleşebilmesi için.
Otobüs durağında beklerken duraktakilerden bazıları, oradaki kalabalığın rahatsız olacağını hiç düşünmeden sigara içiyorlardı. Rahatsız olmamak için bir iki adım mesafe koymayı tercih ettik. Küçük kızım, sigara içenlerden birinin izmaritini yere attığını görmüş. Şaşkın bir tavırla ve o kişinin duyabileceği ses tonuyla,
“Aaaa anne içtiği sigaranın çöpünü yere attı. Çok ayıp, söylesek mi?” dedi. Eğilip sessizce,
“Kızım o zaten seni duymuştur. Bir daha ki sefere yapmaz. Başkasının ayıbını yüzüne vurmak da ayıp, toplum içinde böyle sesli konuşmak da.” Deyip onu rahatlatmaya çalıştım.
Evlerde ve okullarda öğretilenlerin sokakta nasıl çürütüldüğüne örnektir bu anlattığım an. Belli bir zaman sonra çocuklar, ‘Sokakta kimse bana öğretilenler gibi davranmıyor. Ben de davranmak istemiyorum.’ Demeye başlıyor. Çünkü hassasiyet göstererek emek ve zaman harcıyor çocuk. Onun harcadığı emek ve zamanın başkaları tarafından çiğnendiğini görmek canını yakıyor. Toplumda boş vermişlikle, adamsendecilikle uygulamadığımız her kural okullarda ve ailelerde öğretilenleri çiğneyerek, toplumun yozlaşmasına sebep olur. Toplumun ruhunu öldürür. Evet ‘Toplumun Ruhu’ dedim. Her toplumun hanelerden sokaklara taşan bir ruhu vardır. Bizim toplumumuza muhteşem bir ruh hâkim olabilir. Bu toplumun temelleri muhteşem bir medeniyete dayanıyor. Medeniyetin kökleri ise aile yapımızda hayat buluyor. O kökleri sulamak, yeşertmek, güçlendirmek bizlerin davranışlarıyla mümkün…
Çocukluğumda hatırlıyorum, dedem odaya girdiğinde babam ayağa kalkardı. Ona yer gösterirdi. Kesinlikle yanında rahat bir tavırla oturmazdı. Şimdi çocuklarımız rahatsız değilken, sırf rahatlarını bozmamak için babaları salona girdiğinde bırakın ayağa kalkmayı, oturma vaziyetine dahi geçmiyorlarsa bu bizim babamıza gösterdiğimiz saygıya çocuğumuzu şahit tutamadığımız içindir. Birçok ailede büyükanne ve büyükbaba ile aynı ortamda olma fırsatı bulamıyor çocuklar. Bu mahrumiyetin de bir nevi sorucu anlattığımız durum.
İmkânlar dahilinde nezaketi, toplum duyarlılığını hal dili ile anlatma fırsatımız halâ var. Ufak bir nezaketi bile duyurabilmek kelebek etkisi yapar bazen toplumda yerleşmesine.
Ağırlamaktan mutluluk duyduğum misafirlerimle vedalaşırken kapıda biraz duraksadılar. Ayakkabıların durumuna baktılar. Neden baktıklarını anlamıştım. Ancak onların ne diyeceklerini merak ettiğim için hemen açıklamadım. Hanımefendi nazik bir tavırla,
“Çok naziksin Hülya, kolaylıkla giyelim diye ayakkabılarımızı düzenlemişsin.” Dedi. Biraz espriye vurarak.
“Bizde adettir, misafir gelince önce ayakkabıları düzenlenir. Misafire saygıdandır.” Deyince tebessüm ederek,
“Çok güzel. Peki neden burunlarını evden tarafa çevirdin de çıkışa doğru çevirmedin. Bunu tesadüfen yapmamışsındır. Mutlaka bir nedeni vardır.”
“Bu davranış Osmanlı Kültür yapısında, ‘Sizi ağırlamaktan, sizinle birlikte olmaktan memnun kaldım. Bir daha gelmenizi isterim.’ demek. Dediğimde,
“O zaman burunları çıkışa dönük olanlar da ‘Mümkünse bir daha gelmeyin.’ Demek diyerek tebessüm etti.
Daha sonrasında o misafirimin de kendi misafirlerine aynı davranışı yaptığını ve birçok kişinin aynı davranışı onun vesilesiyle yaptığını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Görüldüğü gibi kıymetli dostlar, adabı muaşeret kurallarını, toplumun ruhunu güzelleştiren hassasiyet kurallarını, hayatımıza yerleştirmek çok da zor değil. Yeter ki bir yerden başlamak ve samimiyetle yapmak gerek. Gerisi katlanarak ve güzelleşerek gelecektir. Çünkü bu güzelliklere hepimiz hasretiz…
Bizler güzelleştikçe güzelleşir toplum. Bizler duyarlı davrandıkça duyarlı olur. Birine yol vermek, büyüğe saygı duymak, edeple oturup edeple kalmak, adabı muaşeret bizlere yabancı değil. Sadece biraz hatırlamaya ihtiyacımız var. Hatırlamak ve hatırlatmak dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.