Yavuz Sultan Selim’in Hocası Hacı Abdullah Halife: Unutulmuş Bir Alim, Yeniden Hatırlanan Bir Miras

16 Şubat’ta Gebze’de Kocaeli Yağlıdereliler Derneği’nin düzenlediği “Tarihsel Süreçte Yağlıdere ve Sultanların Hocası Hacı Abdullah Halife” panelinde, Karadeniz’in manevi fatihlerinden, Yavuz Sultan Selim’in hocası Hacı Abdullah Halife’yi bir kez daha andık. Yağlıdere’nin 1000 yıllık Türk-İslam tarihini, vakıf medeniyetini ve bu topraklara sinmiş manevi ruhu hatırlarken, kaybolmaya yüz tutmuş bir hafızayı gün yüzüne çıkarmanın sorumluluğunu da hissettik.
Bu panelde, Osmanlı arşivlerinde gezinip, tarihin tozlu raflarında unutulmuş belgelerle Hacı Abdullah Halife’nin izini sürdük. Ve gördük ki, bu topraklar ne Helenler ne de yalnızca Rumlarla şekillenmişti; Peçenek Türkleri, Danişmentliler ve Bayramoğulları Beyliği ile Karadeniz, Osmanlı’dan çok önce de Türk-İslam kimliğini kuşanmıştı.
Bir Osmanlı Öncesi Türk-İslam Mirası: Bayramoğulları Beyliği
1071 Malazgirt Zaferi sonrası Anadolu’ya yayılan Türkler, Karadeniz’in sarp yamaçlarını yurt edindi. Ahiçukuru Köyü gibi isimler, Ahilik teşkilatının bu bölgede ne denli köklü olduğunu gösterirken, Hacı Abdullah Halife’nin bu mirasa yaslanarak bir vakıf medeniyeti inşa ettiğini belgeledi. Osmanlı’nın ilk yıllarında Yıldırım Bayezid’in himayesine giren Bayramoğulları, Osmanlı’nın Fetret Devri’nde bağımsızlıklarını kazansa da, 1427’de kesin olarak Osmanlı topraklarına katıldı. Ancak bu katılım, yalnızca siyasi bir bağ değil, kültürel ve manevi bir bütünleşmeydi.
Vakıf Medeniyeti: Türk-İslam Toplumunun Omurgası
“İnsanoğlu öldüğü zaman amelleri kesilir; ancak sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve hayırlı bir evlat hariç.” Bu hadis-i şerif, vakıf kültürünün Anadolu’da neden bu kadar geliştiğinin açıklamasıdır. Peygamber Efendimizin Medine’deki hurma bahçesini vakfetmesiyle başlayan bu gelenek, Osmanlı’da zirveye ulaştı. Hacı Abdullah Halife’nin kurduğu vakıflar da, yalnızca maddi yardımlarla değil, kültürel ve manevi desteklerle de toplumu ayakta tuttu. Medreseler, aşhaneler, zaviyeler, kervansaraylar… Her biri, Allah rızası için halkın hizmetine sunulan mekânlardı.
Bursa’da Yıldırım Bayezid’in cami, medrese, hastane, tekke ve aşhane için kurduğu vakıftan, Hakime Hanım’ın Ortaköy’deki üç odalı evinin bir odasını vakfetmesine kadar her örnek, Osmanlı toplumunda vakıf bilincinin ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor. Hatta bir Osmanlı tebaası, “Vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte büyür, vakıf mallarından yer içer, vakıf kitaplarından okur, vakıf bir medresede hocalık yapar ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü” diyerek bu vakıf zincirinin insan hayatındaki yerini anlatır.
Tekke ve Zaviyeler: Anadolu’yu Türkleştiren ve İslamlaştıran Ocaklar
Hacı Abdullah Halife’nin Tekkeköy’de kurduğu zaviye, sadece bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda bir ilim ve irfan yuvasıydı. Osmanlı coğrafyasında bir uç beyi gibi hizmet eden bu zaviyeler, Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile İslam’ın yayılmasını sağladı. İsyanların bastırılmasında, asayişin sağlanmasında ve hatta akıl hastalarının tedavisinde dahi bu tekke ve zaviyelerin rolü büyüktü. Giresun’un dağlık vadileri arasında kurulan Hacı Abdullah Halife Zaviyesi de bu anlamda kritik bir öneme sahipti.
Yavuz Sultan Selim’in Hocası Olmak: Manevi Bir Miras
Trabzon’da valilik yaptığı yıllarda Yavuz Sultan Selim’e hem zahiri hem batıni ilimleri öğreten Hacı Abdullah Halife, yalnızca bir müderris değil, aynı zamanda bir mürşitti. Rivayetlere göre, her sabah Tekkeköy’den Trabzon’a giderek Sultan Selim’e ders veren ve akşam yine köyüne dönen bu mübarek zat, kerametleriyle de halk arasında büyük bir saygı kazandı. Geyik suretinde öğrencilerine yol açması, değirmen kurduğu yere Bağdat’tan su getirmesi gibi menkıbeler, onun manevi gücünü anlatır.
Vakfiyeler ve Osmanlı Arşivleri Işığında Hacı Abdullah Halife
Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrasını taşıyan vakfiye belgeleri, Hacı Abdullah Halife Vakfı’nın yüzyıllar boyu süren hizmetlerini kayıt altına alır. “Her kim bu vakfa zarar verirse Allah’ın laneti onun üzerine olsun” ifadeleriyle mühürlenen bu belgeler, vakıf sisteminin ne denli ciddi bir hukuki zemine oturduğunu da gösterir. Hisarcık, Harava ve Ahiçukuru köylerinden elde edilen gelirlerle ayakta kalan bu vakıf, yalnızca maddi bir yapı değil, manevi bir kaledir.
Tarihî Yapılar: Bir Medeniyetin Sessiz Şahitleri
Bugün hâlâ ayakta olan Hacı Abdullah Halife Camii, medresesi, imarethanesi ve değirmeni, bu vakfın hizmet anlayışını yansıtır. Ahşap ve taşın estetik bir uyumla inşa edildiği camii, kapısından girerken insanı tevazuya davet eder. Değirmeni ise bir zamanlar kendiliğinden dolan buğdayları öğütürken, şimdi tarihin sessizliğinde hafif bir tıkırtıyla geçmişi hatırlatır. Ne yazık ki medrese ve misafirhane gibi yapılar günümüze ulaşamamış, ancak anlatılan hikâyelerle yaşamaya devam etmektedir.
Bugün İçin Bir Ders: Vakıf Kültürünü Yaşatmak
Hacı Abdullah Halife’nin mirası, sadece tarih kitaplarında kalmamalı. Bugün toplumsal dayanışmaya, yardımlaşmaya ve gönüllülüğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Osmanlı’nın “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışını sistem haline getiren vakıf kültürü, modern dünyada yeniden canlanmayı bekliyor.
Tarihî panelde bir kez daha gördük ki, Hacı Abdullah Halife gibi isimler yalnızca geçmişin sayfalarında kalacak şahsiyetler değil. Onlar, bugünümüzü şekillendirecek, yarınımızı aydınlatacak ışıklardır. Ve bizler de, o ışığı taşımakla mükellefiz.
Unutmamak ve unutturmamak dileğiyle…






