Anasayfa > Köşe Yazıları  >  YEŞEREN TARLALAR

YEŞEREN TARLALAR



Sınırsız olduğunu sandığımız hayatı hunharca yaşamanın adına, hayat telaşı, diyoruz. Hep bir telaş içerisindeyiz. Hep bir yerlere yetişme kaygısı güdüyoruz. Mücadeleden mücadeleye savuruyoruz kendimizi. Dur durak bilmeden ilerlemenin peşindeyiz. Bunu da başaralım… Şuna da sahip olalım… Biraz daha birikim yapalım… Biraz daha kâr edelim… İnsanın sonsuz ihtiyaçları var, hazırlıklı olalım… Bunlar ve bunlara benzeyen cümlelerin peşinden koşarak tüketiyoruz en güzel zamanlarımızı…
Bize sunulan hayat sınırsız değildir. Hepimizin vakti saati vardır. Bize sunulan hayat ahiretin tarlasıdır. Sonsuz bir aleme hazırlanmak için verilen sürenin adıdır, hayat… Her kulun ömür sermayesi farklıdır. Her kul burada verilen sermaye ile ahiretini kuracaktır. Nice kullar vardır ki az bir ömür sermayesi ile ahiret zengini olurlar. Nice kullar da vardır ki bonkörce verilen ömür sermayelerini değerlendiremeden ahiret fakiri olarak göçerler bu dünyadan. Allah hepimizi ahiret zenginlerinden eylesin.
Az önce yazdıklarımızı elbette ki hepimiz biliriz. Ancak zaman zaman insanın bildiklerini tekrarlamaya ihtiyacı vardır. İnsanın fıtratında unutmak vardır. Bilgileri unuttuğu gibi hisleri de unutur insan. Unuttuklarımızın arasında sık sık tekrarlamamız gereken bazı cümleler vardır. Bu cümleleri sık sık tekrarlamak, bizi girdaplardan kurtarır. Hayatımızda öyle girdaplar vardır ki bize gerçeği olduğundan farklı gösterir. Örneğin, insanın ihtiyaçları sonsuzdur, cümlesi bizi sürekli tüketime zorlayan bir girdaptır. Oysa insanın ihtiyaçları sonsuz değildir. Sonsuz olan insanın istekleridir. Bitmek tükenmek bilmeyen arzularıdır. Hep daha fazlasını isteyen nefsidir. Tüketime zorlayan bu girdaptan kurtulmak için, insanın ihtiyaçları değil istekleri sonsuzdur, cümlesini sık sık tekrarlamalıyız. Ve isteklerimizi kontrol altına almalıyız. Çünkü bizim asıl vazifemiz bu dünyanın bitmek tükenmek bilmeyen arzularına hizmet etmek değil. Bu dünyada ahiret azığı ekmektir…
İnsan bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinin peşinden koşarken, kulluk bilincini, yıpratır. Kulluk bilinci, her attığı adımı ihlasla atmak, hayatının her dakikasından sorumlu olduğunu unutmamaktır. Hayat bir tarla ise biz bu tarlaya ahirette yüzümüzü güldürecek tohumlar ekmeliyiz. Bir garibin gönlünü hoşnut etmek ne güzel bir tohumdur… Hakikati savunmak, doğru konuşmak, doğrudan vazgeçmemek ne güzel bir tohumdur… Helal kazanmak, dünyalık için harama bulaşmamak ne güzel bir tohumdur… Hayırlı evlat yetiştirmek, hayırlı bir evlat olmak ne güzel bir tohumdur… İbadetlerini ihlasla yapmak, namerde boyun eğmemek ne güzel bir tohumdur… Zikir ile kalbini temizlemek, fikir ile üretmek ne güzel bir tohumdur… Tevazu ile gönüllere girebilmek, mülkün asıl sahibini bilmek ne güzel bir tohumdur… Bu verdiğimiz örnekleri ciltleri aşacak derecede çoğaltabiliriz… Kıymetli zamanlarımızı daha da kıymetli hale getirebiliriz…
Sonsuz isteklerimizden bahsettik. İsteklerimizin sonsuz olmasının arkasında yatan bir neden daha var kıymetli dostlar. Bizler eşyanın hikmetini kavrayamıyoruz. Satın aldığımız ya da ürettiğimiz her şeyin asıl amacını unutuyoruz. Çok basit bir örnek vereceğim; hepimizin evinde bulunan koltukların, yemek masasının, çeşit çeşit mutfak eşyalarının ya da herhangi bir eşyanın evimizde bulunmasının asıl amacı nedir? Hayatımızı kolaylaştırmak değil mi? O eşyalar hayatlarımızı kolaylaştırsın ki daha faydalı işlere enerjimiz ve zamanımız kalsın. Asıl amaç budur değil mi? Ancak bizler amaçlarımızın dışına çıkıyoruz.
Öncelikle daha faydalı işler için bize kalan zamanımızı ve enerjimizi boş zaman olarak görüyoruz. Boşlukların içini yanlış şeylerle dolduruyoruz. Başka bir boyuttan baktığımızda evimize aldığımız eşyaları kıyaslama hatasını yapıyoruz. Var olan eşyalarımızın modası geçince, ömürleri bitmeden, değiştirme gayretine giriyoruz. “Ama herkesin evinde en son moda eşyalar var.” Gibi çok saçma bir cümle ile bu yersiz isteğimizi masumlaştırmaya çalışıyoruz. Böyle yapa yapa vefasız insanlar olup çıkıyoruz.
Şimdi bütün bunların vefa ile ne ilgisi var, denildiğini duyar gibiyim. Hem de çok ilgisi var. Hep yaptığımız gibi dönüp eskilere bakalım. Çünkü eskilerin her davranışında bir mana gizlidir. Onlar erdem abidesi gibidirler. Eskiler, yıpranan ya da bozulan eşyalarını tamir ediyorlarmış. Ayakkabıdan tutun da kullandıkları kaşıklara kadar tamir ediyorlarmış. Bunu eski çarşılarda bulunan esnaflardan dahi anlayabiliriz. Bazılarını çocukluğumdan hatırlıyorum. Bir çoğumuz da hatırlar. Çarşıda hep tamirhaneler bulunurdu. Ayakkabı tamircileri, kıyafet tamiri yapan terziler, kap kaçak tamiri yapanlar, kalaycılar, soba tamircileri… Tamir görevini yapan bir sürü esnaf varmış eskiden. Çünkü eskiler yıpranan eşyayı atmazlarmış. O eşyaya vefa gösterip onu tamir ederek bir daha kullanırlarmış. Bunun sebebinin yokluk olduğu da söylenir. Tabi o zamanlarda maddi açıdan yokluk varmış. Ancak alım gücü olan insanların da eşyalarını tamir etmeleri vefanın göstergesidir. Eşyaya vefa gösteren, insana vefasızlık yapabilir mi hiç?
Özetleyecek olursak kıymetli dostlar, bizler ömür sermayemiz olan hayat tarlalarımızı kuraklaştırıyoruz. Sonsuz dünyalık isteklerimizle o tarlalara ayrık otları ekiyoruz. Sonsuz isteklerimiz bizleri yanlış yollara ve girdaplara sürüklerken hayat tarlalarımız öyle kuraklaşıyor öyle kuraklaşıyor ki ayrık otları dahi yetişmez oluyor hayat tarlalarımızda. Maneviyat ikliminde sulanmayan tarlalarımızda kuraktan derin çatlaklar oluşuyor. Ahirete dair hayallerimizin o derin çatlaklarda kaybolması ne acıdır.
Ömür sermayemizi kullanırken, birbirinden güzel tohumlarla süslü, ahiret tarlaları oluşturmak hepimize nasip olsun. Kanaatle, ihlasla, vefa ile yeşeren tarlalar ile ahirete gitmek hepimize nasip olsun. Ve hepimizin ahirette yüz akı ile hasat edebileceği yeşeren tarlaları olsun.
Saygılar, sevgiler.


Sıradaki Habere Kaydır