İKİ ARKADAŞI AYIRAN MESELE

İnsan!.. Kendisine akıl bahşedilen yegâne varlık… Nimetler deryasında yüzen… İnsan!.. İhtiraslarına yenik düşen… Cennetten sürgün edilen… İnsan!.. Her tövbesinde affa mazhar olan… Kimi zaman esfel-i sâfilin kimi zaman ise âlâ-yı illiyyin… Cüzi iradesiyle meleklerden de üstün olabilen yine iradesiyle hayvanlardan bile aşağı düşebilen tek varlık…
Girdiğimiz her ortamın şeklini alabilen, yabancılıkları uzun sürmeyen, her duruma adapte olmakta gecikmeyen insanız biz. Bundan olacak ki İlahi Kudret kurallarla davranışlarımıza sınırlar çizerken ruhumuzu sonsuzluğa hazırlar. Bu kuralları kabul ettiğimiz, hayatımıza uyguladığımız kadarıyla insanlık derecelerimizde yolculuklar yaparız. Esfel-i sâfilin ile âlâ-yı illiyyin arasındaki yerimizi kendimiz belirleriz bir nevi.
Biz kimiz? Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “İyi Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Buhari, Tirmizi)” derken kim olmamız gerektiğini ne kadar da güzel özetlemiş. İnsanı ve Müslümanı tanımlayan, yol gösteren birçok hadis ve ayet mevcuttur. Bugün Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu Hadisi Şerifi ile yazımıza devam etmemizin nedeni, üzülerek anlatacağım olaydan alacağımız hissenin tam tabiri olmasındandır.
İki arkadaşın başına gelen bu olayı anlatmadan önce mağduriyet yaşayan kişinin iznini aldığımı, isim vermeden anlatıyor alacağımı belirtmek isterim.
İki arkadaş karakterleri birbirine yakın olmasa dahi iyi anlaşıyorlardı. Arkadaşlardan biri gayet sosyal, konuşmayı, insanlarla iç içe olmayı, zor durumda olanlara yardım etmeyi seven biri idi. Diğeri ise gereksiz sözleri sevmeyen, yapılan iyiliğin gizli olması gerektiğini savunan, abartılardan hoşlanmayan biri idi. İkisinin de karakterlerini şekillendiren birçok özellikleri vardı elbet. Fakat burada zikrettiğimiz özellikleri onları ayıran noktalarıdır. İnsanlarla iç içe olmayı seven arkadaşın sayılamayacak kadar çok kişiye iyiliği dokunmuştur. Ancak yaptığı iyilikleri her fırsatta her yerde konuşmadan edemiyordu. Gereksiz konuşmalardan imtina eden arkadaş ise bu durumdan hoşlanmasa da karşısındakini kırmak istemediği için dile getirmiyordu. Getirmiyordu lakin arkadaşına hiçbir sırrını da anlatmıyordu. Hayati olmasa da kimsenin bilmesini istemediği bir rahatsızlığı vardı sırrını anlatmayan bu arkadaşın. Öyle ki ailesinde bile bu rahatsızlığını bilmeyen kişiler vardı. Bir şekilde rahatsızlığını öğrenen arkadaşı tanıdığı herkese durumunu anlattı. Anlatırken arkadaşını ne kadar incittiğinin farkında değildi. Arkadaşı, tanıdığı herkese rahatsızlığını anlatmasının sebebini sorduğunda, “Sır olduğunu bilmiyordum. Sır olduğunu söyleseydin kimseye söylemezdim.” gibi içinde duyguya ve hassasiyete yer olmayan bir cevap ile üste çıkmaya çalıştı. Şimdi mecbur kalmadıkça görüşmüyorlar. Aralarında uçurum derecesinde mesafeler var. Onların bu mesafesini bilen bir kişi konuşulan kelimelere farklı anlamlar yükleyerek arada laf taşıyor ve o uçurumu daha da büyütüyor. Bazen insanların aralarındaki uçurumlar dünyanın en büyük kanyonlarında bile görünmüyor…
İki arkadaşın arasındaki tatsız olayı duymak bizi müteessir etti. Bu ve buna benzer durumlar hemen hemen hepimizin başına gelmiştir ya da böyle bir duruma şahit olmuşuzdur. Bu olayı değerlendirirken eminim hepimiz bakış açımıza göre hisseler alacağız.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Müslümanı tarif eden Hadisi Şeriflerinde neden önce ‘el’ zikredilmedi de ‘dil’ zikredildi dersiniz. El ile zarar vermek zor iken dil ile zarar vermek çok kolaydır. El ile yapılan zararı telafi etmek daha mümkün ve kolayken dil ile verilen zararı telafi etmek çoğu zaman imkânsız hale gelir. El ile verilen zararın çok geniş alana yayılması zor bir durumken dil ile verilen zararın etkileri akıp gider adeta bir çırpıda yayılıverir. İnsan eli ile uğraşarak, zaman ve emek harcayarak yaptığı iyilikleri ve güzellikleri dili ile bir çırpıda mahvedebilir. Yani dilin yıkım kuvveti elin yıkım kuvvetinden kat be kat daha fazladır.
Dilin kemiğinin olmaması boşa değildir. Dil insanoğlu için büyük imtihanlardandır. İnsan diline nice güzellikler katarak; dilini doğruya, hayra, zikre, güzel söze aşina ederek büyük mertebelere de çıkabilir. Dilini gıybete, yalana, söz taşımaya alıştırarak kendini ve amelini aşağıların aşağısına da itebilir.
Doğru davranmak, doğru söylemek, güzel bakmak, güzel söylemek, iyi insan olmaya çalışmak, âlâ-yı illiyyine talip olmak kolay olmasa gerek… Her vakit teyakkuz halinde olmayı gerektirir. Kalbini diri tutmayı gerektirir. Hayatımızın imtihandan ibaret olduğunu unutmamayı gerektirir. Allah diri bir kalp ile teyakkuz halinde imtihanı layığı ile verebilmeyi hepimize nasip etsin.
İki arkadaşı ayıran meselenin kaynağı sınır tanımayan, kemiksiz bir dildir. Dilimizin sınırını kalbimizden koyabilmek dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.