KAPİTALİZMİN ESİR ALAMADIKLARI

Var olma çabasıyla sürdürdüğümüz hayatımızda maruz kaldığımız birçok etken vardır. Kanuni, toplumsal, bireysel yaptırımlara dikkat ederek kendimizi, ailemizi, sevdiklerimizi tehlikelerden ve olumsuzluklardan korumaya çalışırız. Bunlar bizim varlığını bildiğimiz, toplum yararına olduğu için uymayı kabul ettiğimiz yaptırımlardır. Hak ve özgürlüklerimize, yaşam döngümüze aykırı olmayan toplumsal kurallardır. Yaptırım dahilinde olmayan ancak kendi çarkına girmek istemeyenleri dahi içine girmek zorunda bırakan, toplumu manadan uzaklaştırıp maddeye odaklayan, hepimizin hissettiği görünmez bir yaptırım daha var. Doğru bildiniz bu yaptırımın adı kapitalizm.
Kapitalizm hayatımızı öyle kuşattı ki etkisinden kurtulmak neredeyse imkânsız gibi. Toplumda para ve gelir odaklı yaşayan insanların sayısı oldukça çoğaldı. Neredeyse insanlar birbirlerine bir bardak suyu bedava veremeyecek duruma geldiler. Yapılan bazı işler dost meclislerinde konuşulunca “Senin bu işten kârın ne? Ne kadar gelir getiriyor? Kazancı az olan bu işe niçin girdin?” gibi sorularla hemen hemen hepimiz karşılaşmışızdır. Sohbetlerimizde manevi kazanımlardan bahsedilmez oldu. Ruha şifa veren düşünceler, konuşmalar, insanlar özlenir oldu. Özellikle şehirlerde yaşayan insanların özlemi çok derin. Bu insanların çoğunun ruhu kapitalizmin çarkında azap çekiyor. “Saf duru bir yardımlaşmaya en son ne zaman şahitlik ettim?” Sorusu o azabın içinde akıllarına dahi gelmiyordur. Bu soruyu yazdım çünkü yakın zamanda bu soruyu kendime sorduğumda, kendimin de kapitalizmin çarkından kurtulup bu soruyu sormayı akıl edemediğimi fark ettim.
Çocukluğumdan hatırlıyorum insanların imece ile birbirlerinin sıkıntılarını giderdiklerini. Çocukluğu kırsal kesimde geçenlerimizin şahitlik ettiği muhteşem bir yardımlaşma örneğidir imece. Belki günümüzde de yapılan yerler vardır. Ancak eskisi kadar sık karşılaşmamız mümkün değil. Şahitlik ettiğim, şimdi anlatacağım olay tam olarak imece karşılığını taşımasa da güzel bir yardımlaşma örneği. Böyle örnekleri yaşamak, halâ kapitalizmin esir alamadığı insanların varlığını bilmek çok güzel.
Memleketimizde evimizin önündeki can eriği ağacı bu sene çok bereketliydi. Yoldan geçenlerin ikramına sunulmasına rağmen dallarında oldukça fazla erik vardı. Yiyen herkesin dua etmesinin etkisi ile de bereket artıyor sanırım. Erik olgunlaştıkça en ufak rüzgârda dökülmeye, ziyan olmaya, hemen önündeki kaldırımı erik ile doldurmaya başladı. Eriği çırpıp konserve yapmaya karar verdik. Eriğin altına branda açıp annem ile çırpmaya koyulduk. Zorlandığımızı gören bir komşumuz hemen yanımıza geldi. Bize yardım etti. Onun yardımı ile işimiz kolaylaştı. Hava çok sıcaktı. Hepimiz susadık. Caddenin kenarında arkadaşları ile çalıştığını söyleyen komşumuz kendisi su içerken arkadaşlarının da susamış olacağını düşünerek onlar için de su aldı. “Yardıma ihtiyacınız olursa seslenin hemen gelirim.” Diyerek ayrıldı yanımızdan. O erik ağacı ile birlikte birkaç erik ağacını da yakın bir akrabamız ile ortak çırptık. Yoldan geçenlere annem erik ikram etti. Hatta bir kişiye koca bir leğen verdi. “Yazık onlar da komposto yapsınlar.” Dedi verdikten sonra… Bir başka komşumuza, “Ağaçta daha erikler kaldı. Onları da gel sen topla yoksa çürüyecek.” dediğinde, birlikte yiyebilmenin mutluluğu yüzünden okunuyordu. Birkaç saat sonra yoldan geçen bir gurup çocuk su istedi annemden. Sularını içerken dua ettiler… Bir ara sılayı rahim yapan gençler annemin yanına el öpmeye, halini hatırını sormaya geldiler. Mesafeler olsa da gönüllerimizin beraber attığını hissettirdiler… Gerçekten bereketli bir gün idi…
Memleketimizde yaşadığımız bu anları anlatmamızın nedeni; günün sonunda düşündüğümde o gün hayatımıza kapitalizmin hiç girmediğini fark etmem oldu. Bize hemen yardıma gelen komşumuzun, eriği paylaşan annemin, arkadaşlarının susadığını düşünerek onlara su götüren kişinin, birlikte erikleri çırptığımız yakın akrabamızın, su isteyen yoldan geçen çocukların, sılayı rahim yapan gençlerin ve bizim hiç birimizin aklıda ‘kâr’ düşüncesi yoktu. O gün kapitalizm hayatımıza girememişti… O gün ruhlarımız özgürdü… O gün komşuluk, akrabalık, aile ve inancın verdiği güçle geçmişti… Ve akşam olduğunda huzur yanı başımızdaydı… Sanki geçmişten bir gündü… Kapitalizmin hayatlarımıza giremediği; aile, akrabalık, komşuluk, veren elin üstün olduğu zaman dilimiydi o gün… Evet yaptığımız işi disiplin ile yapmıştık ama kendimizi ve çevremizdekileri mutlu etmeyi başararak… Böyle bir gün yaşayabilmek gelecek adına umut ile doldurdu yüreğimi. Böyle bir günü şehirde yaşamanın pek mümkün olmayacağını bilsem de umut doldu yüreğim…
Günün sonunda yaşadığımız güzellikleri ve eskiden toplumsal bağların ne kadar kuvvetli olduğunu düşünürken, Protestanlığın kurucusu olan Martin Luther geldi aklıma. Martin Luther, Türkler ve Osmanlı üzerine birçok değerlendirmede bulunmuştur. Değerlendirmelerinin çoğunda da kötülemiştir. Ancak o bile Türklerin disiplinini, dinlerine bağlılıklarını, aileye ve topluma verdikleri önemi övmeden geçememiştir. Bu tespitlerini yaptığı dönemin 16. Yüzyıl olduğunu düşündüğümde ve aradan geçen yüzyılları düşündüğümde artı Türk toplum yapısını bozmaya yönelik onca etkeni düşündüğümde; yardımlaşma ve dayanışmanın, inancın, kuvvetli bağların hâkim olduğu böyle bir günü yaşadığım için şükrediyorum…
Toplumda kapitalizmin esir alamadığı güzel insanlar halâ var. İnşallah o insanların sayısı gün geçtikçe artar. Ve biz o insanları hayatımızın örnek alınacaklar listesine yerleştirmeyi başarabiliriz. Kapitalizmin esir alamadığı insanlardan olabilmek dileği ve duasıyla.
Saygılar, sevgiler