DÜNYANIN EN AĞIR YÜKÜ

Bir soru var bugün aklımda. Cevabını kimlerin verebileceğini bilemediğim bir soru. Daha önce de kafamı defalarca yormuştum bu soru üzerine. Dünyanın en ağır yükünü kim taşır? Sorunun cevabı üzerine epeyce kafa yormuştum. Dünyanın en ağır yükü nedir? Önce bu sorunun cevabını bulmak gerekiyordu. Bu sorunun cevabını bulduktan sonra yükü taşıyan kişilerin kimler olduğunu görmek gerekiyordu. Aynı yükü taşıyan bir sürü insan varsa bunları kategorize etmek gerekiyordu. Sonunda dünyanın en ağır yükünü en güçsüz insanların taşıdığı kanaatine vardım. Dünyanın en güçsüz, savunmasız insanları kimlerdir? Dünyanın en savunmasız insanları aynı zamanda en masum olan insanlarıdır. Çocuklar… Dünyanın en ağır yükünü çocuklar taşıyordu… Aman Allah’ım ne korkunç!
Şuncacık bedenleriyle, masum yürekleriyle nasıl taşıyorlardı dünyanın en ağır yükünü? Çocuk dediysek kendi çocuklarımız gibi yediği önünde yemediği arkasında olan, bir görevi bin kaprisle yapan çocuklardan bahsetmiyorum. Savaşın ortasındaki çocuklardan bahsediyorum. Dünyanın en ağır yükünü; savaşı taşıyan, altında ezilmek pahasına savaşı taşıyan çocuklardan bahsediyorum. Savaş denilince bir tek kelime mi gelir insanın aklına? Savaşın içindekileri anlamadan geçmeyi mi tercih eder insan? Savaş denilince; açlık, soğuk, korku, hüzün, yas, kan, bomba, yıkılan binalar, enkazda kalan yakınlar, ölen anneler, yitirilen babalar, çığlık sesleri, gözü yaşlı çocuklar, kefen giyen bebekler, yanan insanlar, bunca yitenlerin arasında yaşamaktan utanan yaşlılar… Kim bilir bizim bilemediğimiz daha neler neler var savaşın içinde. Allah kimseye savaşın soğuk yüzünü göstermesin. Çocuklara hiç göstermesin…
Bugün dünyanın birçok yerinde savaş kelimesi kullanılmadan yapılan zulümler savaşın ta kendisi değil midir? Dili, dini, ırkı yok edilmeye çalışılan insanlar savaşın tam ortasında değil midir? O zulmün ortasında dünyaya gelen çocuklar, doğar doğmaz dünyanın en ağır yükünü taşımak zorunda kalmamışlar mıdır? Soruları sormak kolay. Zor olan bu sorulara hakkaniyetle cevap vermektir. Hakkaniyetle diyorum çünkü kaçamak cevaplar, insanın kendini kandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Bugün dünyada çok fazla acı yaşanmaktadır. Doğu Türkistan, Filistin… Daha niceleri… Dünyaya yaşanılan bu acıların ağır gelmesinden korkuyorum. Acılara duyarsız kalmaktan korkuyorum. İnsanlar özellikle de çocuklar zulümle, açlıkla, soğukla, savaşla mücadele ederken; yiyip içtiklerimin, rahat uykularımın kalbimi katılaştırmasından korkuyorum. Feryatlarını izlediğim insanların mahşerde yakama yapışıp “Neredeydin?” demelerinden korkuyorum. İnsan olarak gönderildiğim dünyada, insanlığımı kaybetmekten korkuyorum. Kifayetsiz bahanelerin altında ezilenlerin, çığlığına sağır olmaktan korkuyorum…
Bir de bir zulmü duyurmaktan korkan insanların korkularında boğulduklarını görmekten korkuyorum. Çünkü onlar en azından zulümden rahatsızlar, zulüm onların da içini sızlatıyor. Sadece korkularına yenik düştüklerinden duyurma cesaretleri yok. Bir de yaşanan zulme “Bana ne?” diye bakanlar var. Bu yüreğimi en az savaş kadar sızlatmaktadır. Aldığı bir eşyaya sadece
“Boykot ürünü mü o?” diye sorduğum bir yakınım.
“Öyle ise ne olacak?” diyerek karşılık verdi. “Aldığımız her boykot ürünü savaşta çocukların canının yanmasına sebep oluyor.” dediğimde,
“Bana ne onlardan?” diyebildi…
Savaş ne ağır bir şeydi. Savaşta çocuk olmak o en ağır yükü taşımaktı. Acının en koyusunu yaşamaktı. Kanla büyümek demekti savaşta çocuk olmak. Savaşın ortasında yaşam mücadelesi veren çocukların savaştan daha ağır bir yükü varsa o da onların acılarına kulak tıkayan insanların varlığıdır.
Savaşın ortasında dünyanın en ağır yükünü taşıyan canım çocuklar. Umarım hayatta kalabilirsiniz ve umarım dünyanın size göstermediği merhameti siz ileride dünyaya gösterme fırsatı bulursunuz.
Saygılar, sevgiler.