ASIRLIK ÖMÜR SERMAYESİ…

Ömür, bize bahşedilen muhteşem bir sermayedir… Kader çizgisinde nefeslerimiz sayılıdır. Ancak hepimiz uzun, sağlıklı, mutlu bir yaşam hayal ederiz. Hayal ederiz de sonuçların sebeplere dayandığını unuturuz çoğu zaman. Uzun ve sağlıklı bir yaşama erişebilme sonucuna ulaşabilmek için hangi sebeplerin gerektiği hakkında az çok bilgi sahibiyizdir. Malûm günümüzde bilgiye ulaşmak zor değildir. Zor olan bilgileri hayata geçirebilmektir. Bugün yazımızda uzun yaşayan insanların hayat tarzlarını, alışkanlıklarını mercek altına almayı tercih ettik. Çevremizde genç sayılabilecek yaşta ebediyete uğurladığımız insanlara duyduğumuz özlem bu tercihimizin başlıca nedenidir.
Eğer ruhsal bir bunalımda değilse ya da aklını yitirmemişse bütün insanlar uzun yaşamayı tercih ederler. Yıllar önce okuduğum bir makalede; son günlerini yaşayan, acı çeken kanser hastalarına “Bu acı ile uzun yıllar yaşamayı mı tercih edersiniz yoksa bir an önce ölüp bu acıdan kurtulmayı mı?” sorusunu yönelttiklerinde tamamına yakınından, acı da çekseler yaşamak istedikleri cevabını aldıklarını yazıyordu. Gençliğin, yaşanacak çok yıllarımızın olduğu düşüncesinin etkisiyle sanırım, o zaman bu cevaplar beni çok şaşırtmıştı. “İnsan yaşamak için acı çekmeyi göze alabilir mi?” sorusunu aklıma yerleştirmişti. Yıllar geçtikçe, ömür sermayemizin azaldığını fark ettikçe, o kanser hastalarının verdiği cevaplara hak vermemek elde değil…
Uzun yaşayan insanlar hakkında birçok araştırma yapılmış, makaleler ve kitaplar yazılmış. ‘Ikıgaı’ isimli bir kitapta ise, Japonların uzun ve mutlu yaşamalarının sırrından bahsedilmiş. Uluslararası bazda, en yüksek yaşam ömrüne sahip insanların Japonya’da yaşadığı kayıtlara geçmiş. Japonların uzun yaşam sırrını konu alan bu kitapta, Japonların kültürlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları yazıyor. Çalışmak zorunda değilken bile sabah kalkmak ve çalışmak için bir amacın olması gerektiğine ve sürekli aktif olmaya değiniliyor. İnsanın kendini sürekli motive ederek iyi ve güzel hissetmekten bahsediliyor.
Kitapta Japon toplumunun en yaşlı üyeleriyle yaptıkları röportajlara da yer vermişler. O röportajlarda genel olarak şunları söylüyor Japonların en yaşlı kişileri:
Endişelenmeyin; kaygıdan uzak durmanın en iyi yolu insanlara selam vermektir… İyi alışkanlıklar edinin; kendi sebzelerini yetiştirmek, her gün saat dörtte kalkmak gibi… Hiç boş durmamalı, sürekli hareket halinde olmalı… Hafif egzersizler yapmalı… Her şeyden az az yemeli… Komşularla ve arkadaşlarla iyi geçinmeli, güzel vakit geçirmeli… Acele etmeden yaşamalı… Erken yatmalı… İyilik yapmalı… Olumlu düşünmeli… Nimetlerin farkına vararak teşekkür etmeli… Kitapta yapılan röportajlarda bunlar ve bunlara benzer cevaplar var. Japonların yaşlı kişilerinden bir tanesi röportajda, “Bunun bir sırrı yok. İşin püf noktası sadece yaşamak.” demiştir. Bu cevapla hırslara yenilmeden sadece yaşamanın önemini çok güzel vurgulamış… Cevapların içinde en çok beğendiğim bu oldu.
Sizlere ‘Ikıgaı’ kitabında anlatılanlardan kısaca bahsetmemin nedeni sadece uzun yaşamın sırlarını anlatmak değil kıymetli dostlar. Bu kitabı okuduğumda anlatılanlar bana çok tanıdık geldi. Burnunun dibindeki hazineyi uzaklarda arayan adımın haline benzettim halimizi…
Kısaca bu benzetmeden bahsetmeye çalışayım. Uzun yaşayan Japonlarla yapılan röportajları okuduğumda, bu cevapların dinimizin emir ve yasaklarıyla, Hadis-i Şeriflerde tavsiye edilenlerle ve kültürümüzle ne kadar çok uyumlu olduğunu fark ettim. Endişelenme konusunda dinimiz, gelmemiş günün elemini çekmeyin demiyor mu? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hadis-i Şeriflerinde aranızda selamı yayınız demiyor mu? Erken yatıp erken kalkmayı, özellikle de gün doğmadan kalkmayı dinimiz teşvik etmiyor mu? Boş durmak dinimizce yerilen bir şey değil mi? Hafif egzersizler size de namazı hatırlatmıyor mu? Her şeyden az az yemeli kısmını okurken, az yemek sünnettir, cümlesi kafamda yankılanıyor. İyilik yapmak derken, sadaka vermenin ömrü uzattığı, az sadakanın çok belayı def ettiği geliyor aklıma. Olumlu düşünmek derken, kültürümüze yer eden, güzel bakan güzel görür güzel görenin hayatı güzel olur, düsturu göz kırpıyor. Acele etmeden yaşamalı, kısmını okurken kültürümüzdeki, acele giden ecele gider, atasözü kendini gösteriyor. Nimetlerin farkına vararak teşekkür etmek, cümlesi güzel dinimizin ‘şükür’ kavramı değil midir? Sadece yaşamak, cümlesi hırs ve hasetten uzak durmayı anımsatmıyor mu?
Yapılan araştırmalarda Japonların uzun yaşam sırlarından birinin, kültürlerine çok bağlı olmalarından, geldiğini yazmıştık yukarıda. “Bizler kültürümüze ne kadar bağlı kaldık?” Sorusunu tokat gibi vuruyor yüzümüze bu araştırma… En basitinden, Fast food yiyeceklere yönelirken yemek kültürümüzden nasıl uzaklaştığımız gerçeğini tokat gibi yüzümüze vuruyor bu araştırma.
Evet yaşamak hele de uzun yaşamak bir hazinedir. Dünyada yapılan yüzlerce araştırmayı, makaleleri, yazılan kitapları okusak da orada anlatılanları, gözlem ve deneyleri incelesek de bize hep aynı adresi gösterecektir. Bu araştırmaların hepsi güzel dinimizi, sünneti seniyyeyi ve kültürümüzü önümüze serecektir. Çünkü insanı Allah yarattı ve onun kullanım kılavuzunu en iyi Allah bilir. Ve Peygamberimiz (s.a.v.) o kılavuzu en iyi anlatandır. Kültürümüz ise İslam ile şereflenerek dünyaya nam yapmış nadide, edep timsali bir kültürdür. Aradığımız hazine yanı başımızda, kendimizdedir. Kendimizden uzaklaştıkça nimetlerden ve hazinelerden de uzaklaşmaya başlarız… Asırlık ömür sermayesi de uzaklaşmaya başladığımız hazinelerdendir…
Dünya hazinelerimizin içinde, kader çizgimizin elverdiği ölçüde, asırlık ömür sermayelerimizin olması ve kendimizden uzaklaşmamamız dileği ve duasıyla.
Sevgiler, saygılar.