BUGÜN MUTLULUĞUMU KİMSE BOZAMAZ!..

Hayat sınandığımız imtihanların toplamından ibarettir. İmtihanlarımızın zorluk derecesi ise bize verilen nimetler ile doğru orantılıdır. Nimet deyince aklımıza ilk gelenlerin imtihanımızın kulvarını belirlediğini düşünüyorum. Çünkü Allah-u Teala insanı en değer verdiği ile sınarmış. Çocuklarını çok sevenlerin çocukları ile imtihan olduklarına şahit olmuşuzdur örneğin. Paraya çok değer verenin varlık veya yokluk ile imtihan olduğuna da şahit olmuşuzdur. Bizler imtihanlarımızı verirken hayatın içine gizlenir sorular. Öyle uğraşırız ki sorular ile imtihanda olduğumuzu bile unuturuz çoğu zaman. İmtihanımızın adını ‘Hayat Telaşı’ koyduğumuzdan habersiz yanıtlarız sorularımızı.
Çocuğumun okulunda bulunduğum bir vakitte okul müdürümüz ile dersi boş olan bir sınıfta öğrencilerle muhabbet etme imkânı bulduk. O muhabbet esnasında öğrencilere, hayat boyu bize sorulan sorulardan yola çıkarak, “Sizin için hayatta en önemli şey nedir?” sorusunu yönelttiğimde ‘sağlık’ ve ‘aile’ en çok verilen cevaplardı. Bu cevapları verenler yedinci sınıf öğrencileriydi. Hayatı henüz tanımaya başlayan öğrenciler, bir yetişkin gibi mantıklı cevaplar verdiler. Gelecek adına umut dolu cevaplardı bunlar… Evet en önemli şey sağlıktan sonra aileydi. Bu önem hem birey açısından hem de toplum açısından hayati derecede kıymetlidir. Aile olmaz ise toplum olmaz… Aile yıkılırsa toplum yıkılır…
Ailenin önemini, varlığının verdiği huzuru, yokluğunun getirdiği yıkımı hepimiz en ince ayrıntısına kadar biliriz. Evet biz yetişkin olarak ailenin ne derece önemli olduğunu biliyoruz. Ancak muhabbet etme fırsatı bulduğum o tazecik yüreklerin bunu çok iyi bilmeleri ve hissederek söylemeleri oldukça sevindirici. Özellikle de toplum adına düşünürsek harika bir durum. Onlar bu toplumun gelecekteki yetişkinleri ne de olsa. Bu güzel çocukların sayılarının artmasını diliyorum. Böyle çocuklar yetiştiren ailelerden ve öğretmenlerden Allah razı olsun.
Bir de ailenin önemini henüz kavrayamamış. Ailelerinden sürekli şikâyet eden. Ailelerinin onlar için gayretlerini göremeyen. O gayretler olmasa ruh ve düşünce dünyalarının, sosyal hayatlarının, eğitim durumlarının nasıl olacağını idrak edemeyen çocuklar ve gençler var. Aileleri olmasa hangi durumların tezahür edeceğini görmek istemeyen çocuklar ve gençler var. Yakın zamanda şahit olduğum bir durumu en çok da onlar için anlatmak istiyorum bu hafta.
Geçtiğimiz hafta Cuma bildiğiniz üzere okulların son günüydü. Karne günü evladımın yanında olmak için o gün ben de çocuğumla birlikte okula gitmek istedim. Onunla birlikte okul servisine bindim. Sevgi evinden iki tane öğrenci bindi servise. Çok neşeliydiler. Gözlerinin içleri gülüyordu. Her hallerinden mutlulukları okunuyordu. Beden dilleri mutluluklarının derecesini haykırıyordu ama onlar sözleri ile de bütün dünyaya bu mutluluklarını duyurmak istiyorlardı. Daha fazla dayanamayıp, servis görevlisi hanımefendiye anlatmaya başladılar. Önce uzun boylu olan, herkesin duyabileceği bir ses tonu ile,
“Biliyor musun ablacığım bugün çok mutluyum.” Dedi. Kısa boylu olan arkadaşını onaylayarak,
“Evet biz bugün çok mutluyuz. Bugün dünyanın en mutlu insanı biziz.” Servis görevlisi hanımefendi bu mutluluklarının sebebini sormak için ağzını açmıştı ama mutluluklarını dünyaya duyurmak isteyen iki arkadaştan uzun boylu olan;
“Bugün babam beni almaya gelecek!.. Bugün babam beni almaya gelecek!.. Düşünebiliyor musun ablacığım bugün eve gideceğim!.. Bugün eve gideceğim!.. Bugün mutluluğumu bozmaya kimsenin gücü yetmez!.. Bugün çok mutluyum!.. Bugün mutluluğumu kimse bozamaz!.. Bugün babam beni almaya gelecek!..”
O küçük yürekten çıkan cümleler mutluluğu tarif ediyor gibiydi. Lakin o cümleler, mutluluk kelimelerinin ardına gizlenen, dağlardan büyük hasretin çığlığıydı. O çocuk ‘mutluyum’ dedikçe yüreğimiz kabardı. Servisteki diğer çocuklar mutluluk naraları dinlese de biz iki yetişkin, mutluluk neşesi değil hasret çığlığı duyuyorduk.
Birinin sözleri biter bitmez diğeri mutluluğunu anlatmaya çalışıyordu. “Ben de bugün evime gideceğim. Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar ben bugün evime gideceğim.”
Servisteki çocuklar onların bu neşelerine anlam veremiyorlardı. Öylece bakıyorlardı. Nasıl anlam versinler ki onları anneleri bindiriyordu servise. Onlar anne ve babaları ile oturdukları kahvaltıdan kalkıp biniyorlardı servise. Beslenmelerini bitirip bitirmediklerini dünyanın en büyük derdi gibi merak eden anneleri bekliyordu okul çıkışı yollarını. Onlar her akşam aileleri ile yemek yemenin ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyorlardı ki bu iki çocuğun hasretini anlayabilsinler.
Bu iki çocuk her akşam anne ve babalarıyla muhabbet edebilme şansına sahip değillerdi. Kaldıkları sevgi evinin penceresinden bakarken; sıcacık, sevgi kokan, anne şefkati, baba güveni hissedilen yuvaların hayalini kim bilir kaç kez kurudular. Kim bilir kaç kez bir arkadaşları annelerinin hazırladığı beslenmeleri yerken, anne eli değen bir yiyeceğe dokunabilmek için iç geçirdiler. Kim bilir kaç kez hasretlerini derin derin nefes alarak bastırmaya çalıştılar. Kim bilir kaç kez tarif bile edemediğimiz hangi duygular ile mücadele ettiler.
Onlar mutluluklarını dile getirmeye çalışırken bizim bu düşünceler ile yüreğimiz kabardı. Ağlamanın üzerine geldik. Gözlerimizden akacak tek damla onların mutluluklarına gölge düşürebilirdi. Zor da olsa gözyaşlarımızı tutmayı başarabildik. Bizim onların hallerini düşünmeye bile yüreğimiz dayanmaz iken onlar bu zor durumu yaşıyorlar…
“Allah mutluluğunuzu artırsın. Hep çok mutlu olun.” Diyerek sevinçlerini paylaşmaya çalıştık. Söylediklerimiz sevinçlerini paylaşmaya yetmezdi elbet… Gülen gözlerinde hasretlerinin büyüklüğünü gördükçe cümlelerimizin yetersizliğini hissettik okula gidinceye kadar.
O çocukların sevinçlerinin ardındaki hasret gözümün önüne geldikçe ağlıyorum. Allah hiçbir çocuğu anne ve babasından, ailesinden ayrı bırakmasın. Ailelerimizin, anne ve babamızın, huzurumuzun kıymetini bilerek yaşayabilmek dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.