İŞE RUHUNU KATMAK

İşe ruhunu katmak, deyimi her insanın zaman zaman denediği bir olgudur. Bu olguyu layıkıyla hayatlarına işleyenler iki cihanın başarısına ve huzuruna talip olanlardır. “İşe ruhunu katmak.” demek, o işi bütün varlığıyla benimseyerek yapmak demektir. Ruh derindir, estetiktir. Ruhun sınırları yoktur. Ruh, düşünce ve emekle beraber hareket ettiğinde ortaya sınırsız güzellikler çıkar. Ancak burada yazdığımız kadar kolay değildir işe ruhunu verebilmek. Ruhun da bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Öncelikle ihsan edilen bütün güzelliklerin yegâne sahibini tanıması gerekmektedir. Ruh huzura kavuştuğu anda eğitimi başlar. Ruhun huzura kavuşmasındaki en temel icraat ise yaratanını tanımasıdır. Onu anmasıdır. Onun verdiği nimetlere şükretmesidir. Bazen “Özgürlük” teması altında yaratıcısını tanımakta zorlanır ruh. Oysa ruh, yaratanını tanıdığı kadar özgürdür. Çünkü kabul edip şükrettiği her oluşumun ardından yeni ufuklar açılır. Bu büyük kudreti kabul etmemek açılacak yeni ufukları görememek demektir. Ruhun özgürlüğü, derinliği ve huzuru büyük kudretin sahibini tanımakla hayat bulur. Huzurlu, derin ve özgür bir ruh ile neler başarılmaz ki…
O ruhun huzurunda kaç dertli gönül dinlenir. Her gönülden neler neler öğrenilir. O ruhun derinliğinde ne büyük kulaçlar atılır ve neler keşfedilir. O ruhun özgür kanatlarında sonsuzluğa kadar açılır semalar. Her açılan kapıda yeniden tanır insan kendini. Yeniden müşahede eder enginleri ve görünün görünmeyen her şeyi.
Cahit Zarifoğlu, “Yaşamak” isimli kitabında “Dışı, kabuğu anlatmak kolay, zor olan insanın varoluşundaki öze eğilmek, ruhu verebilmektir. Ruh meselelerini kurcalayabilmektir.”[1] der. Öze eğilme, ruhun derinliğine girebilmektir. Ruhu verebilmek, derinlerde keşfettiklerini yansıtabilmektir. Ruhun bütün inceliklerini anlamaya çalışmak gerekir. Cahit Zarifoğlu aynı kitabında Divan Şairinin bunu başardığından bahseder.
Ruhun bütün inceliklerini, sadece şiirde değil sanatın bütün dallarında görmek ister insan. Sadece sanatta mı sosyal hayatın tüm kıvrımlarında, ruhun inceliklerini görmektir hayalimiz. Geçmişte olduğu gibi…
Mimarideki kuş evlerine bakınca nasıl bir ruh görüyoruz? Peki sadaka taşlarındaki inceliği, oradaki ruhu günümüze taşıyamayışımızın nedeni nedir? Hayranlıkla seyrettiğimiz o eski tabloların zevkini şimdiki resimlerde neden bulamıyoruz? Neden şiirlerimizde Yunus Emre lezzeti yok? Neden Dostoyevski gibi ruhun meselelerini derin derin irdeleyerek eserlerimize yansıtamıyoruz? Bu sorulara cevaben yazılmış gibi cümleler Cahit Zarifoğlu’nun kitabında geçer:
“Toplum buhran içindeyse, bu buhran sanat eserlerine de gölgesini vuracaktır elbet. Ama büyük sanatçı bu buhranın içinde bile bir umut pırıltısı bulabilir, bu çizgiyi bütün eserlerine hâkim kılabilir.”[2] der. Günümüz toplumunun buhran içinde olduğu açıktır. Daha geçtiğimiz günlerde öldürülen Narin isimli çocuğumuzu hatırlayalım. Ve onun gibi canice katledilen, üzeri ört pas yüzlercesini… Yürürken dahi birbirine yol veren insanların yerini, trafikte cinayete varan kavgaların alışına bakalım. Elbette ki bunlar buhranın sonuçlarıdır. Asıl, buhrana sebep olan nedenleri bulmak gerekir. Ekonomik zorluklar bu buhranın sebebi olamaz. Çünkü geçmişte çok daha fazla zorluğun olduğu dönemlerde dahi insanlıktan bu kadar uzaklaşıldığı görülmemiştir. Sanırım buhranın en büyük sebeplerinden biri insanlıktan uzaklaşmaktır. İnsanlıktan uzaklaşmak, Allah’ı tanımaktan ve sevmekten uzaklaşmak…
Buhranların olduğu dönemlerde “İşe ruhunu katmak” ve ruhu muhafaza edebilmek çok zordur. Ancak bütün bunlara rağmen ruhunu güzelleştirmeyi, derinleştirmeyi ve özgürleştirmeyi başaranlar mutlaka vardır. Onlar her şeye rağmen yaptıkları işe ruhunu katmayı başaracaklardır. Onları büyük ve vazgeçilmez yapan da budur. Ruhuna derinlik katmak ve onu özgürleştirmek; “İşe ruhunu katmak.” olgusunun temelidir. Hatta insanca yaşayabilmenin temelidir.
Saygılar, sevgiler.
[1] Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Ketebe Yayınları, 2018, Sayfa 188.
[2] Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Ketebe Yayınları, 2018, Sayfa 188, Son Paragraf.