NEME LAZIM!

Günümüz dünyasında insanların en fazla yaptıkları şeylerden biri şikâyet etmektir. Bugünümüzden, halimizden, kazancımızdan, erişemediklerimizden, yönetimden hatta dünyanın gidişatından şikâyet eder olduk. Şikâyet ettiklerimizde bizim payımızın olup olmadığını düşünmeden şikâyete devam ediyoruz. Sanki yeryüzünde, kâinatta her şey, herkes suçlu da bir tek biz sütten çıkmış ak kaşığız… Eğer şikâyet edilen çok şey varsa bunların bir mesulü ve sebebi de vardır. Biz de o sebeplerden biriyiz. Nasıl mı? Göz yumduklarımızla… Yapılan haksızlıklara ve oluşan olumsuzluklara göz yumduklarımızla… Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyetiyle, “Neme lazım” dediklerimizle suçluyuz…
Ne zamandır bu konu üzerinde düşünüyordum. Sosyal medyada, haksızlıkları ve olumsuzlukları eleştiren insanların dünyaya ait muhteşem fikirlerini, cam bir fanusun içinde kendilerini korumayı başarmış gibi yazmaları, düşünce ummanlarına fırlatıyordu beni. Oysa her kötülükte hepimizin bir payı vardı… Hiçbirimiz tamamen masum değildik. Belki ihmal ile belki göz yumma ile belki neme lazım dediklerimiz ile suçluyduk. Bu düşüncelerimi ne zamandır dile getirmek istiyordum. Yakınlarda okuduğum, Osmanlı’dan Hikâyeler isimli kitaptaki bir bölüm düşüncelerimin tercümesi niteliğindeydi. Kitapta Kanuni Sultan Süleyman’ın başından geçen bir olayı anlatıyordu.
Osmanlı Devleti’nin muhteşem zamanlarının Padişahı Kanuni Sultan Süleyman devletinin akıbetini düşünürmüş. Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye, tasalanırmış. Sonunda zamanın meşhur alimi olan süt kardeşi Yahya Efendi’ye mektup yazarak derdini anlatmış.
Mektupta: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur?” diye sormuş.
Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıymış. “Neme lazım be sultanım!” diye yazmış mektupta.
Topkapı sarayında bu mektubu okuyan Sultan bir anlam verememiş cevaba. “Bu cevapta bizim bilmediğimiz bir hikmet saklı mıdır?” diye düşünerek Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gitmiş.
“Ne olur mektubuma cevap ver. Bizi ve sorumu ciddiye al.” Demiş. Yahya Efendi şöyle bir bakmış:
“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.” demiş.
“İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘Neme lazım sultanım.’ demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.” Yahya Efendi, Sultanın cevabından sonra şu müthiş açıklamayı yapmış.
“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlıklar şayi olursa, işitenler de, ‘neme lazım’ deyip uzaklaşırlarsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başka kimse işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve yıkım kaçınılmaz olur.” Sultan anlatılanları ağlayarak dinlemiş. Yahya Efendi’ye ikazlarından geri kalmamasını tembih etmiş.
Kitapta okuduğum bu kıssayı devlet bazında değil de insanlık bazında düşündüm. İnsanlık da evreni kaplayan bir devlet değil midir? Yaşadığımız dünya insaniyetimizin ölçüsünde var olmaya devam etmeyecek midir? Yaşanılacak bir dünya insanlığın yaptıklarına bağlı değil midir? Bugün bir mazluma yapılan zulümden tutun, doğa yapılan eziyete kadar hepsine ‘Neme lazım’ sözleriyle ya da benzerleriyle göz yummuyor muyuz? Dünyada zulüm gören o kadar insana sessiz kalmıyor muyuz? Katledilen çocuklar kaçımızın umurunda? ‘Neme lazım’ değil mi? Nasıl olsa onlar bizim çocuklarımız değil. Nasıl olsa bizim canımız yanmıyor, değil mi? Dünya üzerinde zulüm gören Müslümanlar kaçımızın umurunda? Kaçımız geceleri kalkıp onlar için dua ediyoruz? ‘Neme lazım’ değil mi? Nasıl olsa bizler ibadetlerimizi huzur içinde yapabiliyoruz. Sorgulanabilecek olan bir huzur… Dünyada yakın zamanda gıda kıtlığı yaşanacağını dert ediniyor muyuz? Bunun için ne yapıyoruz? Neme lazım, değil mi biz nasıl olsa bir şekilde doyuyoruz. Bizden sonraki nesiller de başlarının çaresine bakaralar, dimi? Bir iş yerinde, kirli atıkların doğaya atıldığı, bir video çekmiş birisi. “Hakkımı vermezlerse bu görüntüyü kullanacağım.” Diyor. Yani ucu bana dokunmazsa neme lazım, demenin cümleleri bunlar. Doğanın ve o doğada yaşayan canlıların, kirlendiği için nebatat veremeyecek olan toprağın, o nebatat ile beslenecek nesillerin hakkı ne olacak? Neme lazım! Değil mi?
Anlattığım kıssada bir devletin nasıl yıkılmaya başladığına dikkat çekmiş. Bizler ise, bizler derken bütün dünya insanlarını kastediyorum. Bizler ise, “Neme lazım!” diye diye dünyayı çöküşe götürüyoruz… Ve bu çöküntünün altında ezilerek kıyameti yaşama pahasına bunu yapıyoruz…
Allah sonumuzu hayır eyleye. Aklımızı başımıza toplamayı, duyarlı olabilmeyi nasip eyleye. Umarım, kabahatimizi görürüz ve “Neme lazım!” demeyi bırakıp, “Neye lazım?” diyerek sorgulamayı başarabiliriz…
Saygılar, sevgiler.