ÖMRÜMÜZÜ BEREKETLENDİREN NEDİR?

Saatlerin günleri, günlerin haftaları, haftaların ayları, ayların yılları, yılların ömrümüzü kovaladığı bir döngü içinde, yerli yersiz telaşlarımızla dünya serüveninde bize ayrılan süreyi doldurarak yaşıyoruz. “Hayat dediğimiz bu süre uzar ya da kısalır mı?” Sorusu ile geldik bugün huzurlarınıza.
Çocukluğumuzda ileri yaştaki büyüklerimiz bizden istedikleri suyu içtikten sonra “Su gibi aziz olun, ömrünüz uzun olsun.” derlerdi. O zamanlar ne suyun azizliğini ne de uzun ömrün kıymetini anlayacak yaşta olmadığımızdan bu duanın değerini bilemezdik. Ancak bu duanın ardından ömrümüzün arttığına inanırdık… Ömrümüzün süresi kader sermayemizde sır olsa da kaderi değiştiren tek şeyin dua olduğunu biliyoruz. Peki sır olan nefes sayımız artar mı? Ömrümüz uzar mı?
Bir zaman yaşlı bir teyze, “Ömrün bereketlensin evladım.” diye dua etmişti. Bereketli bir ömür uzun ömürden çok daha farklı bir kavramdır. Çünkü bereket kavramında sayı, miktar, oran artmıyor. Bereket kavramında aynı miktar ile yapılanlar artıyor. O teyzenin duasından sonra insanın ömrü nasıl bereketlenir diye uzun uzun düşünmüştüm. Olayı günün bereketine indirgeyerek denemeye çalışmıştım. Günü bereketlendirenlerin ömrü de bereketlendirdiği kanısına varmıştım. Ancak yaptığım denemenin zamanı etkin kullanmaya çalışmaktan ileri gitmediğini fark ettiğimde daha derin düşünmeye başlamıştım. O vakitler bereket kavramı üzerine epey kafa yormuş, araştırma yapmıştım. Şimdilerde yine aklıma düştü bereket kavramı. Çünkü insan olayları, kavramları hatta nesneleri bile her yaşta farklı görüyor farklı yorumluyor.
Bereket kavramının elle tutulamayan, gözle görülemeyen bir yanı, manevi bir havası vardır. Bazı insanlar o manevi havanın içinde bereketlendikçe bereketlenirler. Evi, ömrü, parası bereketlenen insanlarla bereketten mahrum olan insanları ufak bir gözlem ile ayırt edebiliriz. Kişi vardır az bir maaş ile altı çocuğunu yetiştirir, okutur, evini alır. Ve cömertliğinden taviz vermeden bunları başarır. Kişi vardır çok kişinin kazanamadığı kadar para kazanır ama yorganı ayağını örtemez. Kişi vardır makamı, mevkisi, parası yoktur ama insanlar tarafından çok sevilir. Kişi vardır mal ve makam sahibi olsa da görenler yolunu değiştirir. Kişi vardır cenaze namazına gelen insanları cami avlusu hatta sokaklar almaz. Kişi vardır cenaze namazına gelen insanlar bir safı doldurmaz…
Bereketle gelen farkların birkaçını görmek bile bereketli bir hane, bereketli bir ömür istemeye yetiyor değil mi kıymetli dostlar? İyi de nasıl bereketlenir ömürlerimiz? Bu konuda yaptığım araştırmalardan birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum.
Günü bereketlendirmek istediğimizde erken kalkmayı öneriyor uzmanlar. Erken kalkmanın bereketini ise sabah namazının ve keraat vakti uyanık kalmanın önemini bahsederken dinimiz anlatıyor. Nimetlerin dağıtıldığı muhteşem zaman dilimi… Ayrıca bu zaman diliminde uyanık olan insanların daha mutlu, zeki ve dinç oldukları da yapılan araştırmalar arasında. Mutlu, zeki ve dinç olan insan üretken olur. Çabuk yorulmaz. Yaptığı işi severek yapar. Bütün bunlar günün bereketlenmesi için yeter de artar bile.
Eski insanlar evlerine misafir gelmediği zamanlar üzülürlermiş. Hatta evliya zatlar, “Ne hata işledik de evimize bugün misafir gelmedi.” diyerek hayatlarını gözden geçirirlermiş. Misafirin evin bereketi olduğunu bilirlermiş. Halk arasında söylenen, “Misafir kırk nimet ile gelir birini yer otuz dokuzunu misafir olduğu eve bırakır.” Sözü de misafirin bereketi artırdığını vurgular. Yiyeceklerin bereketlenmesi için ise ‘Ettehıyyatü’ duasını okuyan büyüklerimize çoğumuz şahit olmuşuzdur. Halk arasında sevilmenin bereketinin de muhabbetten, sevgiden, hoşgörüden, yardımlaşmaktan geçtiğini bilmeyenimiz yoktur.
Bütün bu bahsettiklerimizden yola çıkarak yaptığım bir benzetmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum kıymetli dostlar.
Sırtında çuval olan iki kişinin aynı yolda, ömür yolunda, yürüdüklerini farz edelim. Bu iki kişiden birisi karşılaştığı hiçbir iyilik fırsatını boşa çıkarmıyor. Aç olanı doyuruyor, su isteyene su veriyor, çantasını taşıyamayan yaşlı ya da hastalara yardım ediyor, ağlayanın gözyaşını siliyor, yetimin başını okşuyor, ettiği tebessüm ile gönülleri hoş ediyor. Ve bütün bunlardan gelen sevaplar ile çuvalını ağzına kadar güzelliklerle dolduruyor. Bu iki kişiden diğeri ise sadece yolu yürümenin derdinde. Bu dert ile öyle dertlenmiş ki ne etrafındaki iyilik fırsatlarının ne de sırtında sevap ile dolmayı bekleyen çuvalın farkında değil. Aynı yolu, aynı sürede yürüyen bu iki kişi yolun sonuna geldiklerinde, ömür bittiğinde, sırtlarındaki çuvalları indirdiklerinde aradaki farka bakarlar. İyiliklerle, güzelliklerle çuvalının bereketine bakan kişinin yüzü güler. Tıpkı yolculuk esnasında güldüğü gibi… Diğer kişinin ise yüzü asılır. Yolculuk boyunca kimseye faydası dokunmazken yüzü gülmediği gibi yolculuk bittiğinde de gülemez.
Bu benzetme ile diyebiliriz ki ömrümüzü bereketlendiren yegâne şey yaptığımız iyiliklerdir… Hoşnut ettiğimiz gönüllerdir… Hoş bir seda ile girdiğimiz kalplerdir… Başını okşadığımız yetimlerdir… Verdiğimiz bir lokma ekmek, bir yudum sudur ömrümüzü bereketlendiren… Aldığımız hayır dualar, “Allah razı olsun” dedirten eylemlerdir ömrümüzü bereketlendirenler…
Bizlere de günü, zamanı, hanesi, ömrü bereketli olan insanlardan olabilmeyi; dünyadan giderken merasim yerinde safları, sokakları dolduranlardan olabilmeyi nasip et Allah’ım.
Saygılar, sevgiler.