TÜKETİRKEN TÜKENİYORUZ…

Geçen akşam bir dergide, minimalizm hakkında okuduğum yazıda, minimalizmin de tüketim çılgınlığına yenik düştüğünden bahsediyordu. Konumuza geçmeden önce kısaca minimalizmden bahsetmek istiyorum. Minimalizm bakıldığında, kapitalizme tepki olarak ortaya çıkmıştır ve sade yaşam biçimini benimser. Okuduğum dergide anlatıldığına göre minimalist dekorasyon adı altında yeni bir pazar ortaya çıkmış. Böyle bir pazarın varlığından haberdar değildim. Araştırdığımda minimalist pazar hakkında dergide yazılanların ne kadar doğru olduğuna şahit oldum. Bu duruma gerçekten çok üzüldüm.
Minimalizm özünde, sadeliği savunduğu için güzeldir. Sadelik maneviyatı güçlendirir. Gözlemlerim ışığında bu bakış açısından çoktan çıkıldığını söyleyebilirim. Minimalist pazarın reklamlarında birçok slogana denk geldim. En etkilisinin, sadelik asalettir, olduğuna kanaat getirdim. Asıl olan ruhu güçlendirmek, eşya kalabalığından ve eşyaya hizmet etmekten kendimizi arındırmak için sadeleşmektir. Sadelikte asalet olduğu doğrudur. Çünkü sade insan sadece ruhuna ve karakterine bakılmasını isteyen; ruhunun, karakterinin, savunduğu değerlerin anlaşılmasını isteyen insandır. Onun asaleti kalbinde yer verdiği yüce, ilahi duygulardan, beynine nakşettiği bilgi hazinelerinden gelir. Yoksa evine ya da üzerine minimalist görünmek için aldığı eşyalardan, kıyafetlerden gelmez asaleti. Birçok olguda olduğu gibi sade yaşamın da kapitalizmin çarkında ezilmeye başladığını görüyoruz. Eziliyor ve gerçek anlamını hızlıca yitiriyor…
Evliliğimizin beş ya da altıncı yılıydı. Bir dostumuz ziyaretimize geldiğinde, evde gözünü gezdirdi. Perdelere uzun uzun baktı ve bir cümle kurdu. Onun kurduğu cümleyi size aynen nakletmek istiyorum. İnsanların tüketim çılgınlığına düşmelerindeki etkenlerden birini ve tüketirken nasıl tükendiğimizi göstermek amacıyla bu cümleyi aynen yazmak istiyorum. Dedi ki; Hülyacığım kaç yıl oldu sen de aynı perdeler ile duruyorsun halâ…
Bu cümle beni zerre kadar etkilemedi tabi. Sadece dostumuzun böyle bir bakış açısına sahip olmasına üzüldüm. Dostumuza, eskimedikçe yenisini almayız biz, cevabını verdim. Şu an evliliğimizin yirmi üçüncü yılındayız ve memleketteki evimizin pencerelerinde halâ aynı perdeler takılı.
Bu cümle sade yaşamı tercih etmeyen birine söylenmiş olsaydı. Belki de bütün imkanlarını kullanıp, sadece etrafına o sözü söyletmemek için evinin perdelerini değiştirecekti. Belki de eşine ve ailesine maddi açıdan sıkıntı yaşatacaktı. Belki de bu söz uğruna her beş yılda bir evinin eşyalarını değiştirecekti. Bu israftır kıymetli dostlar… İsraf hem kendimize hem ailemize zulümdür. İsraf ahiretimizi tehlikeye sokar. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, Araf Suresinde “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.” Buyurmuyor mu? Yüce Peygamberimiz (s.a.v.) sade bir yaşam üzerinde iken tebliğ etmedi mi dinimizi? Peki biz kimiz? Biz Müslüman değil miyiz? Allah’ın kulu, Resullullah’ın ümmeti değil miyiz? Hal böyle iken çizgimizi, değerlerimizi neden kapitalizmin çarkında ezdirip, manasızlaştırmaya izin veriyoruz? İhtiyacımız olmayan bir eşyayı, kıyafeti alırken kendimize bu soruları sormamız gerektiğine inanıyorum.
Evlerimizi türlü türlü eşya ile süslerken, ihtiyacımız dahi olmayan sırf başkaları kullanıyor, ben de de olsun düşüncesiyle bir sürü şey alıyorken, ayakkabımıza çantamızı, eşarbımıza kıyafetimizi uyduruyorken; “Ruhum ne durumda?” sorusunu kendimize soruyor muyuz? Beynimi besleyecek, ruhumu dinginleştirecek, huzura kavuşturacak neler yapıyorum? Sorusunu kendimize sorarak öz muhasebenin içine giriyor muyuz? Eğer böyle bir muhasebeye girmiyor isek yakın zamanda bu tüketim çılgınlığı içinde ruhumuz ve beynimiz isyan edecektir. Çünkü ruh ve beyin öğrendikçe mutlu olur. Ruh sevindirdikçe sevinir. Birini sevindirdik mi örneğin son on gün içinde? Peki son on gün içinde herhangi bir şey aldık mı? Son on gün içinde kaç tane yeni bilgi öğrendik? Peki son on gün içinde kıyafet aldık mı?
Bu soruların cevabını kendimize dürüstçe verelim ne olur. Çünkü dürüst olup kendimizi düzeltmemiz gerekiyor. Bizler tükettikçe tükeniyoruz… Tüketmek insanı mutlu etmiyor. Eğer mutlu etseydi, tüketimin hat safhada olduğu günümüzde psikologların, psikiyatrların randevu listeleri dolu olmazdı. Üretimin günlük hayatın bir parçası olduğu çocukluğumuza bir göz attığımızda, insanların bütün sıkıntılarına rağmen mutlu olduklarını hatırlarız. Tüketmek değil üretmek mutlu eder insanı. Almak değil vermek mutlu eder… Yalnızca kendini düşünmek değil, sevgi ile paylaştıklarımız mutlu eder bizi. Biz insanız, fıtratımızda vermek, üretmek, okumak, sevmek var. Allah bizi tüketim çılgınlığına kapılalım diye göndermedi dünyaya. Her tükettiğimizden hesaba çekileceğimizi unutarak, çevremizi unutarak, sadece nasıl göründüğümüze, evlerimizin nasıl göründüğüne dikkat ederek kendimizi mutlu edemeyiz. Böyle davranmak sadece ruhumuzu, aklımızı, dünyamızı, ahiretimizi tehlikeye düşürür.
İhtiyaç dışı tüketmek ruhumuzu kalıplara sokmaya çalışmaktır bir nevi. Ruh sınırsızı sever… Beynimiz öğrenmek ister… Sınırsız olanı öğrenmek ister… Bunları hiçe sayarak maddeye odaklaşmak, beynimizi ve ruhumuzu maddeye hapis etmek demektir. Maddenin ağırlığı, kütlesi, hacmi vardır. Maneviyatın ağırlığı, kütlesi yoktur. Ölçülemeyecek kadar gelişmeye muktedirdir. Evlerimiz, görünüşümüz için harcadığımız emeği, ücreti maneviyatımızı güçlendirmek için harcasak; tüketim çılgınlığına maneviyatımızı güçlendirmeye çalışarak son veremeye çalışsak inanın her şey şu an olduğundan kat be kat güzel olacaktır.
Tükettirken tükeniyoruz… Bunu yeteri kadar önemsemez, tüketim çılgınlığına devam edersek bizden geriye ne kalır? Ruh ve düşünce dünyamızı, manevi iklimimizi güçlendirmek dileğiyle.
Saygılar, sevgiler.