YÜZDE YİRMİLİK KÂR UĞRUNA

Geçtiğimiz günlerde bir yazıya denk geldim. Yazıda iki medeniyet arasında kıyaslama yapılıyordu. Çarpıcı ifadeler kullanılıyordu. “Yıllarca ABD’de yaşadım. ABD’nin okumamış, cahil insanlarından korkmak gerekir. Cehaletleriyle insanlara olmadık zararlar verirler. Okumuş, eğitilmiş insanlarından korkmanıza gerek yoktur. Kendi memleketimizde ise okuyan insanlardan korkmak gerektiğine şahit oldum. Bizim memleketimizin okumayan, köyde yaşayan insanları bir bilge edasıyla karşılarlar hayatı. Onların yaşantılarında, söylediği sözlerde hikmetler vardır. Çünkü derin bir kültüre, tevazuya, edebe sahip bir toplumun içinde yetişmişlerdir.” Diyordu.
Bu sözler çağımız Türkiye’sindeki bir gerçeği gözler önüne seriyor. Tabiri caizse, akademik olarak eğitim seviyemiz yükseldikçe bizi biz yapan manevi değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Önceliklerimiz değişiyor. Kendimizi, ruhumuzu, maneviyatımızı güçlendirmekten çok kapitalist rejimin içinde en iyi yeri alma derdi ile eğitim hayatımıza devam ettiğimiz için bizi biz yapan değerlerimizden hızla uzaklaşıyoruz. Tabi ki bu söylediklerimiz toplumun her kesimi için geçerli değildir. Bu gerçeğin farkına vararak önceliklerini değerlerimize göre şekillendiren ve ‘haydi kendimize gelelim’ diyen idrak sahibi insanlarımızın sayısı oldukça fazladır. Şükür ki fazladır…
Kapitalizm çarkında en iyi yeri alma derdi ile kanunen yasak olmayan ancak ahlaken hoş görülmeyen, dinen helal olmayan yolları kendimize mübah görmeye başladık. Bu durum daha çok şehirde yaşayan, zamanla aslını, değerlerini unutan insanlarımızın arasında yaygınlaştı. Avrupa ülkelerinde yadırganmayan hatta gerekli görülen kâr ve kazanç için mübah sayılan davranışlar ülkemizde de yerini almaya başladı. Bir örnek vereyim kırsal kesimlerde icralık olan, mallarına icra takibi gelen ve bu takip sonucu malları satışa sunulan kişilerin mallarını almaya toplum pek yanaşmaz. Eskiden şehirlerde de durum aynıydı. Şimdi ise şehirlerde icralık arabaların, evlerin satışında sıra bekleyen öbek öbek insanlar var. Belki bu duruma başka açılardan bakarak esneklik kazandırmaya çalışanlar olur. Kendilerince haklı da olabilirler. Bu sebepten dolayı bir örnek daha vermek istiyorum.
Bizzat şahit olduğum bu duruma sizin de benim baktığım açıdan bakacağınızı düşünüyorum. Maddi açıdan sıkıntıya düşen bir bayan evde börek yapıp satmak istediğini arkadaşına söyledi. Arkadaşı bulunduğu bölgede bir kafeterya olduğunu onların kafeteryalarında müşterilere börek satma niyetlerinin olduğunu söyledi. Maddi açıdan sıkıntı çeken kişi bir anda çok sevindi. Sevincinin deneni sıkıntısının büyüklüğündendi. Bunu anlamamak mümkün değildi. Arkadaşı hemen kafeteryanın sahibini aradı. Fiyatı öğrendi. Zor durumda olan kişi arkadaşının söylediği rakamı hemen kabul etti. “Olsun ben o fiyata da yaparım.” dedi. Kadının sevinci yarım dakika bile sürmedi. Arkadaşı, büyük bir iş bağlayan holding yöneticisi edasıyla. “Evet canım sen o paraya yaparsın ama benim payımı da unutma.” Dedi. Zavallı kadın “Sana da bir tepsi börek yaparım arkadaşım. Sen olmasaydın burayı bulamazdım.” dediğinde, sözüm ona arkadaşı kibirli bir ses tonu ile konuşmaya başladı. O anda konuşmayı duyanların nefretini kazandı. “Güldürme beni canım. Bir tepsi börek mi? Ben her sattığın tepsiden kazandığının yüzde yirmisini isterim.” Dedi. Bu sözleri duyan, zaten zor durumda olan kadıncağız ne diyeceğini şaşırdı. Kısık bir ses ile “Ben başka bir yer bakayım.” deyince, güya arkadaşı olan kadın bütün kibri ile “Sen bilirsin” diyerek ayrıldı ortamdan. Kendisine arkadaş diyen kişi ayrıldıktan sonra zor da olsa kadıncağızın yüzünü güldürmeyi başardık.
Bu anlattığımız olayda ihtiyacı olan kişinin arkadaşı o anda gayet iyi durumda idi. Hatta yaşantısı lüks sayılırdı. Ancak yine de -onun tabiriyle- bağladığı bir işten kâr payı almayı kendine hak görüyordu. İşte kapitalizmi tanrı edinmiş insan modeli. Ne yazık ki toplumumuzda özellikle de şehirlerimizde bu tip insan sayısı oldukça fazla. Bu tip insanlar için hiçbir şeyin önemi yoktur. Onlar sadece kendilerini düşünürler. Ceplerine ne kadar para gireceğinin hesabını yaparlar. Kanunen cezası olmayan durumlar haricinde kazanç getiren her şey onlar için doğaldır. Hatta bazıları daha ileriye giderler. Daha fazla kazanabilmek adına kanunları bile çiğnerler. Bunu kılıfına uydurmayı da çok iyi bilirler. Örneğin fazla kâr elde etmek adına çalıştırdığı işçilerin ücretini kurumlara, olduğundan az bildirerek bankaya asgarisini yatırıp kalanını elden veren işverenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Defalarca hepimizin şahit olduğu bir durumdur bu.
Az önce verdiğimiz, zor durumda olan kadının örneği kırsal kesimde olsa idi sizce sonuç nasıl olurdu? Hemen hemen hepimizin bir memleketi ve sılayı rahim yaptığı büyükleri vardır. Aynı olayın büyüklerimizin yaşadığı köylerimizde olduğunu düşünelim. Gözümüzde canlandı değil mi? Orada bulunan hemen herkes kadına ya börek siparişi verir ya böreği yapmak için malzeme verir ya da kırmadan, incitmeden yardım etmenin bir yolunu bulurdu değil mi kıymetli dostlar? İşte yazımızın başında bahsettiğimiz kırsal kesimdeki insanlarımızın bilgeliği… Aslında hepimizin yılın belli dönemlerinde köylerimizde yaşamamız ve o ruhu hiç olmazsa yılın belli zamanlarında hissetmemiz gerekir. Yoksa modernleşiyoruz derken yozlaşmanın göbeğinde buluruz kendimizi. Yoksa bir tepsi börekten alının yüzde yirmilik kâr uğruna zarara uğratırız insanlığımızı… Yüzde yirmilik kâr uğruna kaybederiz insanlığımızı…
Her daim değerlerimizi ve insanlığımızı koruyabilmek dileği ve duasıyla.
Saygılar, sevgiler.